Hrant Dink suikasti davasında varılan karar sonrasında, kime ve neye güveneceğimiz konusundaki bulanıklık tekrar iyice koyulaştı. ‘Güven bunalımı’ deyip geçmeyin, güven hayatın her alanında. Ben kendi alanımdakine değineyim önce.

Doktorların (ve başka kritik karar alıcıların) her gün çok kez karşılaştığı bir 'denklem' var. Kısaca söylersem, bir tedaviyi önerirken bunun hastanın dertlerini ne ölçüde azaltacağı bir yanda, istenmeyen hangi sorunları (yan etki gibi) yaratabileceği diğer yanda. Hastalığın ciddiyeti ölçüsünde yan etkilere katlanma artarken, ciddiyet (ya da durumun ciddiyetinin farkındalığı) azaldığı ölçüde tedaviye yanaşmama, yan etkilerden çekinme oranı yükselir.

Kafa karıştırıcı bu durum kazanç/kayıp olasılıkları birbirine yaklaştıkça, problemin ciddiyeti (hayatı tehdit edişi) azaldıkça iyice zorlaşır. Durum hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteriz. Bilgiler arttıkça (google’lama ile edinilmiş yalan yanlış bilgileri saymasak bile) iş kolaylaşmaz; çapraşıklaşır. Zamana sıkıştıkça, karar almak iyice sorun haline gelir. Peki, bu karışık karar anları nasıl aşılır?

Tedavi kararı gibi bilinmezliklerde güven ve dayanışma duygusu bilgi kadar önem taşır. Tedavi örneği ile devam edersek, hasta ve ailesi/dostları arasındaki ilişkiler ve doktor ve sağlık ekibi ile ilişkiler güvene dayalı ise, bilgi yetersizliği engelleyici olmaktan çıkabilir. İngilizce'deki 'leap of faith' deyimiyle anlatılan ‘gözünü kapayıp boşluğa bir adım atma’ cesaretini ‘başkasına güven’ duygusu verir.

Cahilce cesaret ile güvene dayalı yüreklilik arasındaki ayrımı nasıl yapacağız? Kime güveneceğiz? İşin en garibi, doktorlar arasında olsun, başka meslek grupları arasında olsun, güven duyduklarımızın bazıları 'güven uyandırma ustası' şahsiyetler. Örneğin, televizyondan doktor beğenip gidenlerin 'sözleri, konuşması çok güven uyandırıcıydı' dediği kişilerin çoğunun bu becerisinin ötesinde bir yanı olmadığını görmek güveni bir gün yerle bir edince, ne oluyor?

Karizma ya da çarpıcılık gibi, haklarında hızla (yormadan) olumlu (‘güvenen’) karar vermemizi sağlayan özellikleri taşıyan kişileri tedavi kararlarının ötesinde, sadece canımızı emanet etmek için değil, ülkemizi ya da değerlerimizi emanet etmek için seçiyorsak, aldığımız risk nedir? Bu nasıl hesaplanır?

KARİZMA
Seçimlerimizi yaparkenki karizma ya da çarpıcılık merakımıza sadece doktor ya da parti lideri konusunda rastlamıyorum. Şaşırmak ve çarpılmak ihtiyacımızda yaygın ve ‘çarpıcı’ bir artış var. Uluslararası bir toplantı için konuşmacı seçimi tartışmasında yer aldım. Seçim kurulundakilerin iyi bir konuşmacı için ortak ölçütü: ‘çarpıcı ve şaşırtıcı’… Söyleyecek sözü olmasından ziyade olan sözünü bizi üzmeden, yormadan, sıkmadan, eğlendirerek ve gerçeğin işe gelen kısımları üzerinden söylemek konferans vereceklerde makbul özellik. Konuşmacı seçenler yeni kuşak, onlar böyle desek, böyle konuşmalar yapan adaylar yeni filan değil; hepsi eskikurt.

Huyum gereği ‘bunun açıklaması ne?’ diye düşündüm. Aklıma gelenler:

Bir an evvel, az zamanda hayatlarımızda büyük etki bir yapacak insan arayışımız. Mükemmel, etkileyici, şaşırtıcı… Zaten genel olarak hayatta bir acelemiz var, işler uzarsa sıkılıyoruz. Nereye yetişiyorsak… Nereye yetiştiğimiz de belli.    Unutulmaz, iz bırakan. Konuşmacımızın performansını hiç kimselerin unutamaması. Anıtsal bir konferans. Komik geliyor, ama istek o.  

Anahtarı buldum. Bir annenin oğlu için terapist tavsiye ettiğimde bana verdiği terapist tarifinde: Çarpsın, şaşırtsın; alsın, uçursun.

Psikoterapist ararken de, seminer verecek konuşmacı ararken de, memlekete lider ararken de aradığımız belli:

Kurtarıcı.