Evren’in çocukları Evren’i yargılayamaz; 12 Eylül yasalarından nemalananlar, 12 Eylül’le hesaplaşamaz, dediğimizde burunlar kıvrılıyor, gözler kaydırılıyordu. Dünün sağcı faşistleri, günün taze demokratları, parmaklarını sallaya sallaya, özgürlükçülüğü kör zindanlarda sınanmış insanlara demokrasi dersi veriyordu. 12 Eylül’ün işkence tezgâhlarından geçenlerin hayır dediği, boykot ettiği referandumda, yüzde 10 seçim barajı gibi antidemokratik uygulamalara sıkı sıkıya sarılmış sağ siyaset, ‘ileri demokrasiye geçiyoruz’ diyerek ‘evet’ propagandası yapıyor ve elbette bu tutarsızlık onları, her zamanki gibi, hiç utandırmıyordu.

• • •

12 Eylül 2010 referandumundan alınan yüzde 58 evet oyunun, toplumun özgürleşmesiyle ilgili değil de, iktidarın devletleşmesiyle ilgili olduğu anlaşılınca, kendini kullanılmış ve enayi yerine konmuş hissedenler oldu. “Demokrasi bir tramvaydır, istediğin durağa gelince inersin” diyen Erdoğan’ın, çıkardım dediği gömleği ilk günkü ütüsüyle üzerindeydi. Görememişlerdi. Bugün, ‘ileri demokrasi’ şakasını tüketen, ileri faşizm gerçeğiyle baş başa kalan memleketimizde, artık her şey, aklıselim olan herkes için, gözden kaçırılamayacak kadar büyük.

• • •

Dün, 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmak için referandumda halktan destek aldığını söyleyen iktidar, bugün 12 Eylül’ü dirilten İç Güvenlik Yasası’na, kaynağı belirtilmemiş araştırmalara dayanarak, halkın yüzde 80 oranında destek verdiğini söylüyor. Bu tablodan iki sonuç çıkıyor. Ya halk 12 Eylül’ü özlemiş, ya da iktidar 12 Eylül’den hiç vazgeçmemiş. İşçiler, öğrenciler, kadınlar, sendikalar, avukatlar, doktorlar, gazeteciler, internetime dokunma-ağacımı kesme diyenler, anneler, babalar, öldürülen çocukları için adalet arayanlar, alınterinin karşılığını isteyenler, canının kıymetini sorgulayanlar... Hepsi sokakta. Hak, hukuk, ekmek için sokağa çıkıp seslerini yükseltiyorlar. Canları pahasına... O halde özgürlüklerin kısıtlanması için iktidara çok ciddi destek veren bu yüzde 80 kim?

• • •

Demokratik her eylemi kriminalize eden, yükselen her muhalif sesi darbeci diye susturmak isteyen; bunun için polisin silahına, yargının bağımlılığına, valinin dostluğuna güvenen iktidarın çizdiği ve inanmamızı istediği tablo şu: ortada, güvenliği için özgürlüklerinden vazgeçmeye hazır, inim inim inleyen bir halk var. Bu yalan, yenemeyecek kadar çiğ. Zira, çocuklarımızı öldüren polislerin korunup kollandığı ‘adalet saraylarının’ önünde yediğimiz gaz taptaze genzimizde. Adalet için karşısında durduğumuz hâkimin savcının, sonu önceden belli olan duruşmada sıkılıp uyuması gözümüzün önünde. Tabutu bedeninden ağır çeken Berkin’in acıdan yanmış anasının meydanlarda yuhalatılması aklımızda. AKP’nin sömürü düzeninin en acı örneğinden biri olan Soma’da yurttaşa atılan tekme böğrümüzde. Açlıktan anası ağlayan çiftçiye, “ananı da al git” diyen ses kulaklarımızda.

• • •

Hasılı, halkın arasına, yüzlerce koruma olmadan giremeyenlerin halk adına hazırladıklarını söyledikleri güvenlik paketinde, demokratik ülkelerde eşi benzeri görülmemiş ölçüde polisin yetkileri artırılıyor. Keyfe göre fişleme, dinleme, gözaltı yapmakla birlikte; polis şiddeti konusunda halihazırda çok ciddi sabıkaya sahip olan Türkiye’de, polisin toplumsal olaylarda silah kullanma yetkisini artıran hüküm, katliamları meşrulaştırdığı gibi, bu konuda süren davaların da seyrini etkileyecek şekilde. Bu düzenleme, çocuk öldürmek için yasaya ihtiyacı olmayanlara yasal zemin hazırlıyor. Devlet, polisine “Çek vur, ben seni koruyacağım,” diye güvence veriyor. Sokağa çıkanı, itiraz edeni, katli vacip sınıfına sokan bu güvenlik yalanının asıl amacının toplumsal muhalefeti önlemek ve totalitarizme giden yolda, demokratik her engeli ortadan kaldırmak olduğu çok açık. Zulmün de, dolayısıyla korkunun da kime ait olduğu ortada. Gezi, kirli bir dostluğun; Kobane, barış sürecindeki samimiyetsizliğin ve mezhepçi bir tutumla, vahşi İslami çetelere verilen desteğin deşifresiydi. Sokaktan yükselen hak ve adalet talebinin yıkıcı etkisi, İç Güvenlik Paketi’yle bertaraf edilmek isteniyor. Dert bu. Telaş bu.