Sabah uyanıp gözlerinizi açtıktan sonra, bir süre yataktan kalkmayıp, her şeye boş vererek biraz daha kalmak istersiniz ya yatağın sıcaklığında.İşte öyle bir şeydir Gezi!

Kimin işidir bu Gezi meselesi?
(Depo Photos)

Çok soruluyor bu soru, biliyorum.

Kimin işidir; nedir bu Gezi?

Gezi, bana kalırsa, “çocukların canının erik istemesidir.”

Fazla mı soyut oldu? O zaman şöyle söyleyelim:

Gezi, “epeydir unuttuğunuz bir türkünün, birden dilinizin ucuna gelivermesi gibi bir şeydir.” Hani olur ya, en olmadık zamanda, en olmayacak yerde birden mırıldanmaya başlarsınız; keyifle. Tutamazsınız kendinizi ve etraftan tuhaf tuhaf bakarlar.

Ama ne yapabilirsiniz, “hiç çiçek ve çocuk olmamış adamlar” nerden bilsinler türkülerimizi?

Şöyle de söyleyebiliriz:

Gezi, “çok gitmek istediğiniz bir konser için karaborsadan bilet aramaktır.” Vardır ya öyle konserler. Yıllarca hayalini kurarsınız hani. İlk fırsatta gideceksiniz. Onca zaman beklemişsiniz, şimdi gelmiştir işte, gidilmez mi? Gidilir elbet.

Aslında anlaşılmayacak bir şey yok; “sabah uyanıp gözlerinizi açtıktan sonra, bir süre yataktan kalkmayıp, her şeye boş vererek biraz daha kalmak istersiniz ya yatağın sıcaklığında.” İşte öyle bir şeydir Gezi!

Denizi sevenler için: “Uzun ve terli bir yaz gününün sonunda, koşarak denize girmek gibidir” desek! Tamam mı? “Gezi, sahilde çıplak ayakla yürümek” gibi bir şeydir sonuçta. Ama nasıl bir mutluluktur o!

Hay Allah, bak aklıma geldi birden; balkonda otururken tepenizde sallanan asmanın ucundan bir salkım üzüm koparıp yemek istersiniz ya bazen; hah! Gezi öyle bir şeydir.

Kimin işidir sahi Gezi?

Gezi, “üşüdükçe kendini yakan çocukların işidir.” Tamam; en doğrusu bu galiba.

Yani, biraz tuhaf bir iştir; başkalarını yakmaktan başka bir şey bilmeyenler anlayamaz bunu. Ama böyle işte!

Bu çocuklar niye kendilerini yakarlar üşüdükçe?

İşin içinde faşizm vardır çünkü ve faşizm, “dayak yemektir serseri bir babadan ve karanlık bir odaya kapatılmaktır, hakkını istemekte direttiğin zaman...”

Bu yüzden çocuklar erkenden öğrenirler ve çok kolay anlarlar faşizmi.

“Faşizm, bence de anlaşılması zor bir şey değildir.

Bir defalık kullanım özelliğine sahip, açarsa cezalandırılacağı Çin malı gaz maskeleriyle, yerin yedi kat dibine gönderilen Somalı madencilerin alnına yazılmış kara bir yazıdır faşizm. Dünyanın bütün mürekkepleriyle, ama yalnızca muktedirlerin kalemiyle yazılır. Z ile m’nin arasında i’nin olmadığı bir kelimedir. Alın yazısıyla falan, hiçbir ilgisi yoktur.

“Bakırdan vazgeçip alüminyuma, demirden vazgeçip naylona, topraktan vazgeçip betona gelenlerin” yaşadığı kara duvarlı sefil mahallelerde annelerin göğüslerinde taşıdıkları, “görülmüştür” damgalı mektuplara sinmiş yürek ağrısıdır. Faili faşizm olan meçhullerin ülkesinde, oğullarına mezar arayanların yaşadığı düzenin adıdır.

Çocuklarının, otuz yıl sonra bulunan yanmış kemiklerine sevinenlerin ülkesidir faşizm.

On altı yaşında, esmer, incecik bir kızın, her gün on beş saat karın tokluğuna çalıştığı havasız ve güneşsiz bir fason atölyeye ömrünü gömmesidir. Yoksulluktur, kederdir. Dünyanın en ağır hastalığıdır faşizm.

Faşizm, çok uzaklarda bir yerde değildir. Sokağın ortasında, evlerimizin içinde ya da hiç çocuk olmamış bir takım adamların buz gibi kalplerinde, gezinir durur.

Çocuklarımızın savunmasız ve masum gövdelerine pervasızca dokunmaktır faşizm.

Her gün arabanızla yanından geçip gittiğiniz bir evde yasayan genç bir kadının, hiç istemediği ve zorla dayatılan bir evliliği artık taşıyamayıp, bebeğini sırtına sararak kendini ipe vermesidir. Bir ülkenin, ipin ucunda sallanan vicdanıdır yani. Ya da tecavüz edilerek öldürülen günahsız kızlarının, hastane morgunda bekleyen cesedini bile almaktan korkan ana babaların çaresizliğidir.

Faşizm güncel bir şeydir ve kapitalizmle aynı soydan gelir. Bir yandan yağmalar, diğer yandan ortak eder günahına. Bitmek tükenmek bilmeyen kârlar, komisyonlar ve yüzdelerdir. Yüksek verimliliktir, akıl almaz hesaplardır. Dili bir tuhaftır, zor anlarsınız; bankaların, borsaların ve insan kaynaklarının dilidir. Gevezedir, hastalıklı ekranlardan akıllarınıza hücum eder durmadan.

Parmağını sallamaktır her seferinde. Çocuklara, kadınlara ve yaşlılara düşman olmaktır. Maden ocağının önünde yan yana yatan genç bedenlere yetmeyen tabutlardır. Kavun deposuna doldurulan cesetlerdir. Nefes alacak hava, bakacak gökyüzü, içecek temiz su bırakmamaktır faşizm.

Faşizm sıraya girmektir. Hizaya gelmektir. Mecburen selam vermektir. Başını önüne eğmektir. Gölgenden korkmaktır. Umudun bitmesi, iyiliğin yenilmesidir. Sınıfta, sokakta, çarşıda, evde ve artık üzerinde yürünmesinden bile korkulan meydanlardadır.

Ama zor oyunu bozar ve insanlık tarihi, zalimlerle mazlumların mücadeleleri tarihidir.

Evet, zor oyunu bozar ve tarih hep zalimlerle mazlumların kavgasını yazar. Bu yüzden “Gezi diye bir şey olur bir haziran günü ve herkes anlamaya çalışır olanları.”

Ondan sonra sorar dururlar; kimin işiymiş bu Gezi meselesi?

27 Mayıs 1871’de Parislilerin de başına geldi buna benzer bir şey. Parisli komüncüler öleceklerini de bilseler tarihe “başka türlü bir hayatın mümkün” olabileceğini kanlarıyla yazdılar. Çoğu işçi, gazeteci, doktor ve rahip olan 92 kişi 60 gün kadar iktidarda kalmayı başardılar.

Dönemin hükümeti, 27 Mayıs 1871’de kuşattığı direnişçileri ve destekçilerini vahşice öldürdü.

Parisliler şehrin en yüksek tepesine gömdüler ölülerini ve adını Sacre-Coeur koydular, “kutsanmış yürek” anlamında.

“Taksim bizim tepemiz değilse de avlumuzdur. Gezi boyunca bizim avludan da birçok kuş havalandı. Ali İsmail saka kuşudur, renkli kanatları ve narin boynuyla. Saka kuşunun vatanı Hatay’dır, Ali de herhalde memleketine gitmiştir. Abdullah hemşerisi olur, buluşmuşlardır mutlaka, bir kayanın ucunda. Ethem kara yağız at demektir. Güçlüdür, kuvvetlidir Ethem; belli ki turna olup uçmuştur Sungurlu’ya. Berkin de kuvvetli demektir, lakin çok uzun yatmıştır beyaz çarşaflarda, zayıflamıştır ve artık bir serçe kadardır gövdesi. Bu yüzden fazla uzağa gidemez, Okmeydanı’ndaki evlerinin çatısına konmuştur en fazla...”

Çocuklar faşizmi iyi bilir ve üşüdükçe kendilerini yakarlar; haberiniz olsun!

(Gezi yıldönümü vesilesiyle eski bir yazımdan yola çıkarak...)

*Şiirlerinin ilhamı için G. Akın ve E. Günçe’ye saygıyla.