Olumsuz anlam yükleme konusunda adeta bir mutabakat varmış gibi görünen kimlik siyaseti, aslında inançsal, etnik vb. bir kimlik grubunun verili durumunu ve taleplerini esas alan politik bir tutuma işaret eder. Ulus devletlerin dünyaya damgasını vurduğu zamanlardan beri pek çok kimlik grubu “dışarıda” kaldığı için, kimlik siyaseti de gündemdeki yerini korumuştur. Bu ve daha pek çok nedenle iktidardan muhalefete geniş bir kesimin bir muhalif tutum olarak kimlik siyasetinden, COVİD 19 virüsüymüş gibi söz etmesi gerçekten tuhaftır.

Aslında kimlik siyaseti yapmamak gerektiği yönündeki görüş de ulus devletlerin inşasıyla aynı zamanlarda başlamıştır. İlginç olan kapitalist modernleşmenin siyasal temsilini üstlenen ulus devletler kimlik siyaseti yaparken, öteki etnik kimliklere bunu yasaklamış olmalarıdır. Hâkim kimliğin milliyetçi dili ve pratiği tüm siyasi süreci belirlerken, diğerlerinin adından dahi bahsetmenin imkânsız hale getirilmesidir. Modernleşmenin aynı zamanda bir etnik katliamlar zamanı olmasının görünür politik nedeni de budur.

***

Hâkim kimlikler en üst seviyede kimlik siyaseti yaparken, ötekilere bu yolun kapatılmış olması daimi bir politik gerilimdir. Dolayısıyla herhangi bir kimlik grubunun, diğer kimliklerle eşit haklara sahip olması ve/veya kendi devletini kurması amacıyla politik bir hareket olarak ortaya çıkması hem olağan hem de kaçınılmazdır. Nitekim yaklaşık son üç yüz yıl bu sert gerilimlerle geçmiş; bazı ülkelerde “makul” çözüm imkânlarını yakalanabilmiştir. Ama bugün dünyanın pek çok ülkesinde hala etnik kimliksel gerilimler ve dolayısıyla kimlik siyaseti için teşvik edici koşullar devam ediyor.

Bu genel eğilim kuşkusuz Türk modernleşmesi için de geçerlidir. Erken Cumhuriyet dönemi resmi raporları, Türk ulusal kimliği dışındaki kimliksel alanı siyasete kapatan düzenlemeler ve uygulamalarla yüklüdür. Yeni rejimin gündemi, hâkim kimlik dışında kalanları sisteme adapte veya asilime/tasfiye etme amaçlı karar ve pratiklerce belirlenmiştir. Özellikle 1925’den sonra çıkarılan nüfus ve iskânla ilgili yasaların ortak hedefi gayet açık şekilde böyle tarif edilmiştir. Bütün o sürecin siyasal pratikleri de bu politikalara uygun olmuş ve zaman içerisinde diğer kimliklerin adı bile anılamaz olmuştur. Artık gündelik konuşmalarımıza giren “eskiden Kürt, Alevi, Ermeni, Çerkez diye bir şey yoktu” gibi ifadeler tam olarak ilgili politik sürecin bir neticesiydi. Gerçekte bütün bu kimlikler hep vardı ama onlardan sözetmek yoktu, çünkü ağır bedeli olabilirdi.

***

Küresel iletişim imkânlarının gelişmesi dünyada yasaklanan kimlikler için yeniden görünür olma biçimleri, taleplerini seslendirebilme ve aktif bir politik harekete dönüşebilme fırsatları yaratmıştır. Bu yüzden dünyanın her yerinde kimlik siyaseti eksenli hareketler, toplumsal hareketler içinde en önemli dinamiklerden biri haline gelmiştir. Bu hareketler bir bakıma modern dünyada hâkim aktörlerin belirledikleri sosyal ve politik sınırları sorgulamaktadır. Sosyolojik alandan baktığımızda herkesin, kendisi olarak ortaya çıktığı bir süreç demektir bu. Türkiye de bu eğilimin yansıma alanlarından birisidir elbette ve yeni toplumsal hareketlerin bir türü olarak kimlik hareketleri belirgin şekilde gelişmiştir. Bütün bu tarihsel tecrübe içinde okunduğunda bu durum aslında gayet anlaşılırdır.

Bugünün koşullarında “kimlik siyaseti yapmamak gerektiği” yönündeki düşünce, sosyolojik olarak aslında bir tür boşluğa konuşmak demektir. Zira hâkim kimlikler en üst perdeden kimlik siyaseti yapmaya devam ediyorlar ve fakat ötekileri kontrol içinde tutmak veya tasfiye etmek için gerekli koşullar artık eski biçimleriyle yok. Dahası, bütün tarihleri boyunca kimlikleri nedeniyle acı çekmiş, temel hakları yasaklanmış gruplara “kimlik siyaseti yapmayın” demek aslında kaderinize razı olun demekten başka bir anlama gelmiyor.

Sosyolojinin temel kabullerinden birisi, toplumsal kesimlerin kendi dilleri ve kültürleriyle yaşayabilme hakları olduğuna dayanır. Bu durum kimliksel hakların, temel insani haklar içinde olduğunu kabul etmek ve tek kimlikli politik tercihlerin yarattığı derin tahribatla yüzleşmek gerektiği anlamına gelir. Bu da kimliksel alanı kısıtlayan yasal-fiili koşulları değiştirmek ve kimlikleri özgürleştirmekten geçer. Kimliklerin özgürlüğü ayrışmanın yegâne panzehridir.