Malum tayfa iktidara gelirken “kimsesizlerin kimi” olmak üzere yola çıkmıştı. Ya da böyle bir söylemin arkasında duruyordu. O yıllarda toplumda gerçekten de sesi duyulamamış, zamanın iktidarı tarafından üvey evlat gibi kalmış, aşağılanmış dev bir tabanın desteğiyle iktidara adım adım ilerlediler. Sonra ne oldu da böyle oldu? Geçtiğimiz 20 yıl içinde siyaset-mafya-rant üçgeninde görülmemiş gelişmeler oldu. Neredeyse suça bulaşan herkes bir noktada iktidarın yanında görüntüleniyordu. Yolsuzluklarda zirve yaptık. Devletin her kademesinde imkânı olan, bal tutan parmağını yalamakla kalmadı, başkaları yalamasın diye kavanozları da kırdı. Ülkenin dereleri, tepeleri, ormanları, yeraltı kaynakları güzelce satıldı. Hani “Düşman olsa bunu yapmaz” denilen her şey itinayla yapıldı. Doğal güzelliklerin içini betonla ve rantla doldurdular. Tarihi alanlar, cennet koylar eli iktidarın elinde olan eş ve dostlara pazarlandı. Günden güne elde avuçta ne varsa satıla satıla bir hal olundu.


***

Bu süreçte tabii iktidar en çok matematikle, sosyolojiyle, fizikle, kimyayla, kısacası bilimle ısrarla iddialaştı. “Ağanın sözü üzerine söz olmaz” anlayışı yıldan yıla iyice saçma sapan bir noktaya geldi. Ekonomi ile ilgili “Benim alanım ekonomi” açıklaması dışında hiçbir şey yapılmadı. Akrabalar bakan, bakanlar internet üzerinden aflarını diler oldu. Bir çift dudağın arasında binlerce hayat sıkıştı kaldı. Ülkede ne zaman olumsuz bir şey olsa, neredeyse hayatını kaybeden herkes çok hızlı bir şekilde şehit oluverdi, sorumlular ise sırra kadem baştı. Her şey kaderimizin bir oyunu olarak sunuldu. Her şeyin kararını verenler, hiçbir sorumluluğu almadı, alamadı. Hızlandırılmış trenler devrildi, bombalar patladı, nedense hep ambulanstan önce halka biber gazı gelebildi. İktidar tarafından sevilmeyen, yok sayılan herkes, her çevre terörist ilan edildi. Öğrenciler, doktorlar, akademisyenler, kadınlar, hayvanlar, çevreciler ve diğerleri ısrarla ötekileştirildi. Kimsesizlerin kimi vardı ki? Bu sefer ülkede belli bir kazanç çemberi dışındaki herkes kimsesiz kaldı. Depremden sonra bunu çok daha net gördük. İlk iki gün kimsesizler kimsesiz kaldı. Kimsesizler kimsesizlerin kimsesi olmaya çalıştı. Yıllarca toplanan deprem vergileri vasıfsız, ilk yağmurda çöken yollara ve ceplere dolan rantlara dönüştü.

Arada tabii ki cemaatlerle, tuhaf radikal ekiplerle ve akla hayale sığmayacak bin bir türlü korkunçluklarla el ele tutuşuldu, halaya duruldu. Gün geldi, rant paylaşılamayınca da yıllarca ne istedilerse verilen tuhaf organizasyon, üzerlerine bindikleri at parladı. Şu 20 yıl içinde bir tane de darbe teşebbüsü gördük. Çözülemeyen binlerce soruyla, araştırılmayan ilişki ağlarıyla gerçekler kedi kumunun içine gömüldü. Olan hayatını kaybeden ve yaralanan yüzlerce insana oldu. Bizimkiler yine çıkıp teflondan daha etkili bir biçimde “Kandırıldık” dedi.

***

Şu günlerde de yine “helallik” peşinde koşuyorlar. Sanki adaletin karşılığı helallikmiş gibi. Şu 20 yıl içinde gençler iyice karamsar bir Türkiye’de büyüdüler. Ülkenin bir günü, medeni ülkelerin 6 aylık gündemine eşit oldu. Her gün başka bir sıkıntı, her gün başka bir dertle uyandık. Bu kadar da olmaz denilen her şey oldu, hayal gücümüz ülke gerçekleri yanında yetersiz kaldı. Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına kelepçe vuruldu, sokaklarda heykeller gözaltına alınmış gibi bariyerlerle kapatıldı. Sokaklar halka yasaklandı. Sadece sokaklar olsa da iyi. Düşünmek de ağır ağır yasaklanmaya başlandı. Fikrini söyleyen, düşündüğünü ifade edenler itinayla paketlendi. Herhangi bir yerde 3 kişi slogan atsa, ışık hızına yaklaşık bir hızda müdahale edildi, ama ihtiyaç anında herkes kafasını kuma gömmeyi tercih etti. Bahane basen gibidir, herkeste vardır. Her şeye bir bahane, her şeye bir ötekileştirme geldi. O kesmedi dış güçlere, gizli maddelere ve türlü türlü saçmalıklara yaslanıldı.

Uzun ve çok sıkıntılı bir sürecin artık sonuna doğru geliyoruz. Artık gerçek kötüler ve normal insanlar arasında bir seçim yapmamız gerekiyor. Kötülükle mi, insanlıkla mı yönetileceğiz? Tercih bu kadar basit.