"Kimseye sorulmadan önümüze konan anayasa teklifine tabii ki karşıyım"

BURAK ABATAY - @abatayburak
burakabatay@birgun.net

Çocuklar Duymasın dizisinin senaristlerinden biriyken diziye “Mandıra Filozofu Mustafa Ali” isimli karakterle oyuncu olarak katılan Müfit Can Saçıntı, aynı karakter üzerinden yapılan Mandıra Filozofu filmlerinden sonra, bu kez de ‘Yaşamak Güzel Şey’ filmiyle beyaz perdede. Filmin senaristi ve yönetmeni olan Saçıntı, başrolünü oynadığı filmde bir antikahramanın kapitalizmle olan mücadelesini anlatıyor. Saçıntı ile gündemdeki konulardan sinemaya kadar birçok mesele üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

» Dizi senaristleri tarafından ‘Yerli dizi yersiz uzun’ adıyla yayımlanan manifestoyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arkadaşlarımın mücadelesini tabii ki destekliyorum ama bir şeyi de hatırlatmak isterim. Biz üretici ve fikir işçisiyiz. Ürettiğimiz şeyler var. Tartışmayı ve itirazı, ürettiğimiz işin niteliği ve niceliği üzerinden değil; kendi çalışma koşullarımızın niceliği ve niteliği üzerinden tartışmamız gerekir. Dizilerin uzunluğunu tartışmak sonuç alabileceğimiz bir şey değil. Bir kola işçisinin, ‘Ben aile boyu kola üretmek istemiyorum’ diye bir eylem koyması ne kadar mantıklı? Ama bir kola işçisi, ‘Günde 8 saatten fazla çalışmam. Fazlasının da mesai ücretini alırım’ diyebilir. Biz de itiraz noktalarımızı aynı şekilde yükseltebiliriz. Şundan korkuyorum, dizilerin sürelerinin kısaltılmasıyla beraber zaten zor olan çalışma koşullarını, ‘zaten 40 dakikaya düşürdük, o zaman...’ deyip arkadaşlarımızın haklarını kırpabilirler. Eylemler çalışma koşullarının niteliği ve niceliği üzerinden yapılmalıdır.

» Siz de yıllardır sektörün içerisindesiniz. Gelir dağılımı eşit bir biçimde yapılabiliyor mu?
Uzaktan güzel paralar kazanılıyor gibi görünüyor ama kazanılan bu paraların bir sürekliliği yok. Bütün sektör borç içinde. Bir iş buluyorsunuz, güzel de haftalık alıyorsunuz ama dört hafta alıyorsunuz. Dizi bitiyor o sezon ve sonrasında işsiz kalıyor ve borçlanıyor. Bir dahaki sezon şansı varsa iş buluyor. O bulduğu işle de önce borçlarını ödüyor. Rahata erdim dediğinde ise dizi bitiyor ve tekrar işsiz kalıyor. Kölelerden beter çünkü temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor insanlar. Ancak severek yapılabilecek bir iş. Sektördeki arkadaşlar, sinemayı, diziciliği sevdiği için bu işi yapıyorlar. Bu sevgi de sado-mazo bir sevgi. Bu başka türlü açıklanamaz. O büyük paraları, belli başlı yapımcılar ve bazı başrol oyuncuları alıyor. Bir diziden 3 kişi para kazanıyorsa, 47’si günü kurtarıyor.

» Bu durum sinemada nasıl?
Sinema daha bir tutku işi. Dizide süreklilik yok diyorum ama aslına bakarsanız buna dair bir ihtimal de var. Ya tutarsa? Nasreddin Hoca gibi yaşıyor herkes. Sinemada böyle bir durum da yok. Senede bir iş bulursan şanslı oluyorsun. İki bulursan da çok şanslısın. 3-4 hafta için de fena sayılmayacak paralar kazanıyorsun ama sonrasında devamlılığı olmuyor. Bunlar gerçekten sevmeden yapılacak işler değil.

kimseye-sorulmadan-onumuze-konan-anayasa-teklifine-tabii-ki-karsiyim-270656-1.

» Mandıra Filozofu filmini çekme fikri nasıl gelişti?
Çocuklar Duymasın’da Ege kökenli, entel bir oğlan karaktere ihtiyaç duyuldu. Birol Güven bunu önce sinemacı bir oğlan olarak düşünüyordu. Yüksel Aksu’ya teklif etti. Aksu, geçerli mazaretlerle teklifi kabul etmedi. Sonra entel oğlanı oynamak için Birol rolü bana teklif etti. Epey de ısrar etti. Sinemacı karakter, ben oynayınca felsefeci oldu. Ben karakteri çok sevdim. O dönem Çocuklar Duymasın’ın yazarları arasındaydım. Bu tutmaz diye düşünürken, seyirci beni mahcup etti. 2 bölüm oynarım diye düşündüğüm dizide yaklaşık 105 bölüm oynadım. Bir dizide çok tuttuğu için bu yan karakterin üzerine film yapalım dedik. Belki biz dahil kimse böyle bir filme güvenmiyordu. Biz zarar etmeden kendini kurtarırsa ne âlâ diye düşünüyorduk. Zannedersem 200 bin kişi izlerse bu gerçekleşiyordu. İlk filme yaklaşık 1 milyon kişi geldi. Sadece Kanal D’de 14-15 kere gösterildi. Hâlâ ilk ondan çıkmıyor. Beni şaşırta şaşırta ilerledi.

» İlk filminizdi. Her şey tamam mıydı?
Hiçbir zaman ‘tamam’ değil. Hiçbir şeyin aklımdaki gibi olamayacağını anladığımda rahatladım ben. Sinemamızın kurucu babalarından Atıf Yılmaz, “Ben asla kafamdakinin % 100’ünü çekemedim. % 51’ini çektiysem şanslı ve başarılıydı o film” diyor bu konu hakkında. Bunları duydukça telkin oluyorum. Hele ki Türkiye koşullarında kafanızdakilerin %100’ünü çekmeye imkan yok. ‘Yaşamak Güzel Şey’ benim üçüncü filmim. Üç filmimi de üç haftada çektim. Türkiye sinemasındaki arkadaşların –ezici çoğunluk demeyeceğim – ezilen çoğunluğu farklı bir durumda değil. Çok şanslısı 4-5 haftada film çekiyor. 4-5 haftada hangi yönetmen hayalini gerçek edebilir? Zaten bütçeleri de Avrupa veya Amerika ile kıyasladığınızda her şey çok daha komik. Buna rağmen Türkiye’den çok iyi filmler çıkıyor. Bir kısmı çöp, bunu kabul ediyorum. 3 filmimin de eleştirilecek yüzlerce yanı var. Diyorum ya ben kafamdakinin %100’ünü çekememişim, izleyicinin kafasındakinin %100’üne nasıl karşılık vereyim?


Yaşamak Güzel Şey filmi 14 Nisan'da vizyonda

» Biraz da yeni filmden söz edelim. Yaşamak Güzel Şey filmi 14 Nisan’da seyirciyle buluşacak. Bizleri neler bekliyor?
Filmi şöyle tanımlıyorum: Pısırık bir adam talihsiz bir gerçeği öğreniyor ve o esnada da hayatı sorgulamaya başlıyor. Bununla beraber o güne kadar da hayata ve sisteme karşı olan tutumunu sorguluyor. O pısırık adam, lafını esirgemeyen bir antikahramana dönüşüyor. İşyerindeki genel müdüre, patrona, patron yalakası kariyer düşkünü arkadaşlarına, kızının okulu üzerinden eğitim sistemine, eğitim sisteminin temsilcisi okul müdür yardımcısına itiraz ediyor. Onun dışından, kızının bir aşk meselesi üzerinden aşkı yaşama biçimini sorguluyor ve eleştiriyor. Tüm bunları özetleyen, fragmanda da yer alan bir cümle var; Mutluluğun bir formülü olsaydı kapitalist sistem bunu şişeleyip satardı. O yüzden kendi mutluluğumuzu kendimiz üretmemiz lazım. Mutluluğu yakınımızda aramamız lazım. Böyle bir meselesi olan film. Ben Levent Kırca’yı ustam kabul ediyorum. Güldürürken bir takım meselelere de parmak basmak gibi misyoner bir mizah anlayışım var. Güldürürken kapitalist sistemi ve yaşama tarzını sorgulayan bir film.

» Mandıra Filozofu gibi bunda da toplumdan ve sistemden kaçan bir baş karakter var diyebilir miyiz?
Hayır. Kaçmıyor. Hepimiz kaçak yaşıyoruz. Sistemden kaçarken, aman patron bulaşmasın, diye yaşıyoruz. Bu adam da başta böyle. Bir yerde bir acı dank ediyor. Ve kendisine baş kaldırmaya başlıyor. Mandıra Filozofu’na göre tam tersi. Toplumda ezilen çoğunluk böyle. Sistemden ve toplumdan kaçarak yaşıyoruz. Ama sıkıştığımız yerde sesimizi yükseltmeyi biliyoruz. Seyirci kendisinden bir şey bulacak bu yüzden. Mandıra Filozofu bu işin okulunu okumuş. O yüzden onun için dediklerin doğru. Ama biz karakterden ziyade başka bir dünyanın mümkün olabildiğini anlatıyoruz orada. Onun gibi olmak zorunda değilsin. Yalnızca sorgula yeter.

» Mustafa Ali’nin isyanı bana biraz fazla bireysel bir ‘liberallik’ olarak geldi. Daha toplumsal olamaz mıydı?
Her sanat eserinin söylediği ile anlattığı şey aynı olmayabilir. Buna basit bir örnek vereyim. Sen bana ‘aslan’ dersin. Söylediğin ‘aslan’dır ama anlattığın benim ‘hayvan’ olduğum mu? Hayır. Cesaretim ve görkemim için ‘aslan’ dersin. Mandıra Filozofu’nun hikâyesini söylüyoruz ama biz şunu anlatıyoruz: Bu kapitalist sisteme mahkûm değilsin. Başka bir dünya mümkün. Biz bu kadarını söyledik. Bireysel kurmak da mümkün, toplumsal kurmak da mümkün. Bireyci bir şekilde örgütsüz kurmak da mümkün, hep beraber örgütlü kurmak da mümkün. Biz bir şey anlattık, o da başka bir dünyanın mümkün olduğuydu.» Şu anki gündemimizde ise referandum var. Nasıl bir anayasa ile başka bir hayat mümkün olabilir?
‘Lafını Esirgemeyenler’ adında bir gösterim var benim. O gösterilerde, konserlerdeki istek şarkılar gibi olsun diye seyirciye kalem kağıt bırakıyoruz. İstek konularını yazıyor seyirci. Orada da soruyorlar bu soruyu. Ama bana bu sorunun sorulması bile abest. Çünkü diyorum ki, ben her şeye karşıt bir adamım. Ben bu mevcut Anayasa'da karşıyım, şu an ‘Evet’ denilmesi istenen anayasaya da karşıyım. Halkın bütün kesimlerinin, bütün demokratik kitle örgütlerinin, bütün sendikaların söz sahibi olmadıkları bütün anayasalara karşıyım. Bu oylatmaya çalıştıkları bu dediğimin yanında çok basit bir şey. Yarın bir gün bir anayasa onaylanacaksa, bu anayasa oluşturulurken bütün sınıfsal kesimlere; öğrenciler, köylüler, işçiler, işsizler ve onların demokratik örgütlerine sormanız lazım. Onlar söz sahibi değilse ona da karşıyım. Daha makro bir siyaseti konuşalım isterim. Filmde de şöyle bir söz var: “Bu iş yerindeki pozisyonun ne olursa olsun, düzülen değişmez bu düzen değişmedikçe.” Kapitalizmi yıkmadan, 40 bin tane anayasa yapsak ne?