Kumaş bir türlü dikiş tutmuyor, çatlak durmadan su sızdırıyor. Gözümüzün önünde oluyor bütün bunlar. Ters giden, çürümüş bir şeyler var krallıkta, biliyoruz. Pis kokusu burnumuzda.

***

Ne olması gereken oluyor, ne de yapılması gereken yapılıyor. Yönetme kabiliyetini çoktan yitiren iktidarın elinde, ülkeye faydası olmayan kin ve inat siyasetinden başka bir şey yok. Bu, değil geleceğe dair bir plan yapmak, günü bile kurtarmıyor artık.


***

Daha da kötüsü var; kapandan çıkmak için herhangi bir istek yok. Neden olsun ki zaten? Yüzlerce işçinin öldüğü Soma faciasından sonra ‘Ölüm, madenciliğin fıtratında var’ diyebilmiş iktidar, karşısında bunu sineye çekebilmiş milyonlar görmüştü.

***

İktidarın, ‘nasıl olsa bizi seçeceksiniz’ kibrinin on dokuz yılda geldiği yer, ‘artık biz bu ülkeyi yönetmesek de olur’ seviyesidir. Zira peşi sıra yaşanan sel ve yangın felaketlerinde halka çay fırlatmak ‘suretiyle’ bir liderin ülke gerçeklerine uzaklığı ‘noktası’ daha çıplak anlatılamazdı.

***

Felaket, birden bire hiçlikten doğmuyor. Birike birike katlanarak geliyor. Öncesinde evimizden, mahallemizden uzaktaydı belki. ‘Öteki’nin başına gelendi. Duyuyorduk ama şiddetini ölçemiyorduk. Sonra biraz daha yaklaştı. Elimizi siper edip gözümüzü kıstık, tanır gibi olduk. Geliyordu. Biraz da tanıdıklardan dinledik. Ve bir adım daha… Zıplayan kozalaklar gibi bize ulaştı.

***

Vakitlice söndürülmeyen küçük yangınlar gibi cezasız bırakılan her ihmal, her sorumsuzluk birbiri üzerine eklene eklene milyonlarca eve acı düşürdü. İyileştirilemiyor, tedavi edilemiyor çünkü sorunlar sorumluları tarafından şiddetle inkâr ediliyor. Kabul edilmeyene isim konamıyor. Adı konmayan sorunlara çözüm üretilemiyor.

***

“Yetki çok, sorumluluk hiç” mottosuyla yaratılan tek kişilik, saray tarzı döşenen Türk tipi başkanlık sistemi, seksen küsur milyon insanın ne ihtiyacına cevap verebiliyor, ne de derdine derman olabiliyor. Diğer yandan her ay mutlaka şahlanan, ekonomisi Avrupa’yla yarışan, pek yakında aya gitmeye hazırlanan bir Türkiye masalı anlatılmaya devam ediliyor. Ancak izleyicisi de, dinleyicisi de hızla tükeniyor.

***

Kredisini ödeyemediği için traktörü, hayvanı, tarlası haczedilen çiftçi, Demirören’in ödemediği 750 milyon dolarlık krediyi uzun uzun evirip çevirirken kafasında masal dinlemeye fırsat bulamıyor. Evleri, tarlaları sular altında kalanlar kafalarına yedikleri çayda bir tat bulamıyor. Doğanın eşsiz döngüsünün en yakın şahitleri orman köylüleri arının, kuşun, kirpinin bir gitti mi onlarca yıl geri gelmeyeceğini bildiğinden, ‘beyaz et’ teklifi midelerine vuruyor. Yanan evlerini devlete borçlanarak yeniden satın alabileceklerini işitenlerin kulakları kanıyor.

***

Kaynakların hunharca tüketildiği, kurumların kin ve inatla içinin boşaltıldığı, yönetim aklının kaybedildiği ülkede; kaderine terk edildiğini gören halkın, adaletin tecelli etmemesinden duyduğu acı, yükselen bir öfkeye evriliyor. Hükümetin ne kapımızda bekleyen gıda ve su krizi ile ilgili önleyici bir planı; ne de yangın, sel, deprem gibi felaketlerin kayıplarını en aza indirecek etkili bir stratejisi var. İktidarın, genel olarak geleceğe yönelik hiçbir politikası yok. Gerçek şu ki, önümüzdeki onlarca yılı, kin ve intikam siyasetinin bu ülkeye, hepimize kaybettirdiği maddi, manevi değerleri yeniden inşa etmekle geçireceğiz.