Kınama, arkana bakmadan kaç!

Canlarımıza kıyanlar var, canımızı yakanlar; giderek çoğalıyorlar. Sosyal medyada sesler yükseliyor; katliamları, işçi kıyımlarını, kadın, çocuk, hayvan cinayetlerini, tecavüzleri kınıyoruz. Katlediliyoruz ama kınamakla yetiniyoruz. Bir kınama makinesineyiz âdeta; birisi canımızı yaktığında makinedeki ses kaydı devreye giriyor: “Kınıyoruz.” Kınama, tepkisel bir davranıştır, keder üretir sadece. Varoluşun gerektirdiği aktif bir yaşama biçimine geçemediğimiz takdirde sadece kınadığımızla kalacağız. Sonra kınamaktan da vazgeçeceğiz, çünkü o kadar çok canımızı yakıyorlar ki hangi birine yetişelim. Bifo’nun dediği gibi, “kınama yılgınlığı besliyor ve hiçbir yere götürmüyor. Bize gereken, kınama değil kaçış çizgisi” (Kahramanlık Patolojisi, Otonom).

Yaşam alanlarımız daralıyor. Büzüldükçe büzüldük. Ve sonunda o kadar küçüleceğiz ki esamemiz bile okunmayacak. Kendi üzerimize kapanmasak, dışarı doğru hareket etsek! Yurtlar böyle kurulur. Hayvanlara baksanıza; sürekli devinerek kendi yurtlarını nasıl da yaratıyorlar, bitkiler de. Mekân, her yöne doğru uzanan çizgilerle yaratılır. Ve “bizler, ister grup olalım ister birey, çizgilerden oluşuruz” (Deleuze). Ve çizgiler icat ederek bir ağ gibi yayılırız uzamın içinde. Ama bize dayatılan çizgi, doğrusaldır, borular içinde hareket ediyoruz. Her kesimin kendi borusu var. Parası olanların parlak boruları, parası olmayanların paslı, çamurlu boruları. Parası olanlar kariyerlerini, özel okullarla başlatıp şirketlerde zihinlerini satarak sonlandırıyor; parası olmayanlar ise mahalle mekteplerinde başlatıp emeklerini satarak. Marozia kentinde yaşıyoruz: “Marozia, en korkunç farelerin dişleri arasından dökülen artıkları birbirinin ağzından kapan fare sürüleri gibi, herkesin kurşun dehlizler boyunca koştuğu bir kent bugün” (Calvino, Görünmez Kentler). Ama dehlizlerde çatlaklar var, kaçabiliriz.

Deleuze ve Guattari’nin kavramsallaştırdıkları “kaçış çizgileri”, sorumluluktan kaçış ya da kişisel bir paçayı kurtarma meselesi değildir. Berbat bir durumdan kaçıp Ege’de bir sahil kasabasına, yurt dışına, sanata sığınmak hiç değil. “Kaçış çizgileri, hiçbir zaman, dünyadan kaçmakla oluşmaz; tıpkı bir boruda delik açtığınızda olduğu gibi, sızıntılar yarattığınızda oluşur; bütün toplumsal sistemler, kaçış çizgilerini tıkamak için parçalarını ne kadar sağlamlaştırsalar da, her yanlarından sızdırırlar. Bir kaçış çizgisinde muhayyel, sembolik hiçbir taraf yoktur. İnsanlarda da, hayvanlarda da, bir kaçış çizgisinden daha etkin hiçbir şey yoktur. Tarih bile, “belirleyici kırılmalar”la ilerlemek yerine, bu yolu seçmeye mecburdur” (www.e-skop.com).

Hayatın tamamını ele geçirmeye çalışan makro-politika ne yaparsa yapsın her yerinden sızdırıyor. İktidarın borularından akıttığı çözeltiler bizleriz, molekülleriz. Moleküller en küçük çatlaktan sızabilir ve akışları ıslah ederek tarihin akışına yön vermeye çalışan makro-politikayı değiştirebilirler. Kaçabiliriz, yeter ki çatlakları keşfedelim ve sızarak bir araya gelip göçebeleşebiliriz. Göçebeler, borulara kapatılamayan ve kendi kaçış çizgilerini durmadan icat edenlerdir. “Tek bir grubun veya tek bir kişinin bir kaçış çizgisi işlevi görmesi, en sık rastlanan durumdur; o grup veya kişi, çizgiyi takip etmez, yaratır; bir silahı ele geçirmez, bizzat kendisi silahtır.” Kaçış çizgileri direnişten kaçmak değil bilhakis direniş olmaktır. Ve üstelik bu makro-politikanın hiç hesaplamadığı tarzda olur. Çünkü oyun kurucu olarak bir hamle yaptığında bizden karşı hamleyi, yani tepkisel davranışı bekleyecek. Ama kaçış çizgileri aktiftir, hamlesini boşa çıkarır. Beklenmedik yer ve zamanda göçebeler ortaya çıkar ve ezberi bozulur.

Kaçış çizgileri her yerdedir. Normun biçimlendirdiği formlardan kaçarak akışkan biçimleri keşfeden sanat da kendini kaçış çizgileri üzerine yerleştirmiştir. Figüral mesela. Ne figüratif ne de soyut olan, akışkan ile katı, formsuzluk ile form arasında yer alan figüral (Deleuze). Figüral, kaçış çizgisidir. İktidar formları seviyor, adlandırılması ve sınıflandırması kolaydır. Fakat sürekli form değiştiren figüral, oyunu bozar. Kaçış çizgileri taktikseldir, göçebeler icat etmiştir. Strateji devletin metodolojisidir. Devlet taktikleri göçebelerden öğrenir. Ve göçebelerin neler icat edebileceği, bir bedenin nelere muktedir olabileceği devletin bilgisi dışındadır. Ama Ece Ayhan şairdir, bilir: “Devlet dersinde öldürülmüş” çocuk, “bir tenefüs daha yaşasaydı”, “tabiattan tahtaya kalkacak”tı. Tabiatı yakalayamazsınız, yaratıcıdır, kaçış çizgileri icat eden ve kaçandır.