Bursa’da Osmangazi ilçesinde bir ortaokul idaresi, velilere çocukları için hazırlanmış matbu bir izin belgesi gönderdi. Müze ziyareti ya da sağlık taraması için değildi bu belge, konu cuma namazıydı. Öğrenciler, öğretmenlerinin nezaretinde her hafta cuma namazına gidecekti! Yalnızca “izin veriyorum” seçeneğinin olduğu belge çocuklara bizzat öğretmenleri aracılığıyla ulaştırılmıştı. Bu dayatma velilerin tepkisini çekti ancak Osmangazi’deki okul tek örnek değil. Her birinin mescit-okula dönüştürüldüğü kamuya ait eğitim kurumlarında dinsel pratikler, pedagojik kaygıları ve eleştirel düşünceyi tutsak almış durumda.

Hatırlarsınız 2016’nın ilk günlerinde Başbakanlık Genelgesi’yle kamu personelinin öğle molaları cuma namazına göre ayarlanmıştı. Dönemin Başbakanı Davutoğlu, bunu “inanç hürriyetinin gereği” olarak lanse etmişti. Yandaş yazarlar ise genelgenin “kamuda devrim” yarattığını, “ibadet kısıtlamasının” sona erdiğini söylüyordu. Kimilerine göre ise büyütecek bir durum değildi zira zaten memurların çoğu fiilen cumaya gidiyordu. “Mümin”, memurun asli sıfatı olmalıydı! O günlerde yazmıştık, bu uygulama toplumsal alanı dinselleştirme projesi dahilinde en kolay uygulanan fakat orta vadede laik toplum için yıkıcı sonuçlar doğuracak bir hamledir demiştik. Öyle de oldu. Önce ders programları cuma vaktine göre ayarlandı, sonra kimi yerlerde namaza gitmeyen memurlar fişlenme korkusu yaşamaya başladı. Şimdilerde aynı endişe öğrenciler arasında yaygınlaşıyor.

Devlet eliyle İslamcılaştırma projesinin stratejik hattı artık çok tanıdık. Önce meşru ve yaygın görülen dinsel bir pratiği ideolojik manipülasyona tabi tutarak dönüştürüyor. Akabinde ona cari hukuk sisteminin içinde ‘yasallık’ kazandırıyor ve laik mevzuatta gedikler açıyor. İktidara şirin görünme isteğinin ya da toplumsal-siyasal baskının eşliğinde o gediği büyütüyor ve İslamcı rejimin kaidesine çeviriyor. Bunu eğitimden ulaşıma kadar her alanda, farklı aktörlerin taşeronluğunda tatbik ediyor. Müftülere nikâh yetkisini de, kadınlar için toplu taşıma aracı uygulamasını da, öğrencilere ‘Cuma’ dayatması da aynı tablonun parçaları olarak görebiliriz.

Bir yanda TEOG’tan üniversite imtihanına yazboz tahtası haline getirilen sınav sistemleri öte yanda içi boşaltılan eğitim kurumları. İktidarın sınav sistemine dair son bir ayda açıkladıklarının birçoğu, eğitimde 15 yılda gerçekleşen tahribatı gizlemenin aracı. Özel okullardaki artış oranı kamu okullarını geride bıraktı. Bu planlı bir hamle tıpkı açık liseler gibi. 4+4+4 ile ilk 8 sene sonrasında açık liselere yönlendirilen öğrencilerin sayısı günbegün yükseliyor. Örneğin bu dönemin başında Esenyurt’ta yüzlerce öğrenci başlayacak lise bulamadı. Kendilerine gösterilen okullar ise evlerinden fersah fersah uzaktaydı.

İlçe Milli Eğitim’den “açık liseye gönderin” dendiğini söylüyordu veliler. Birçok ilde tam okulların açılmasına ramak kala “deprem riski” gerekçesiyle binalar için yıkım kararı çıktı. Öğrenciler ya başka okullara dağıtıldı ya açık liseye özendirildi. Halk arasında, çoğu merkezde olan bu okulların imam hatiplere çevrileceği ya da satılacağı konuşuluyor. Böylece laik eğitim hakkı gasp edildiği gibi İmam Hatip dışında örgün eğitim imkânı da toplumun yoksul kesimleri için bir hayal halini alıyor. Okuldan uzaklaşan kız öğrencilerin bir kısmı çocuk gelinler, erkekler ise çocuk-işçi olarak ucuz işgücü ordusunun neferi haline geliyor.

Hormonlu büyüyen imam hatiplerin durumu ise çok parlak değil. İhtiyacın çok ötesinde inşa edilen devasa binalara öğrenci bulmak için AKP teşkilatları, mülki amirler ve Diyanet velileri kuşatma altına almış durumda. Sadece resmi yazışmalardan bahsetmiyorum, köy kahvelerine kurulan ‘ikna odalarından’, muhtarlarla gezen tarikat ve cemaat mensuplarından da söz ediyorum. Anadolu’nun dört bir yanında TOKİ’nin vergilerimizle inşa ettiği ve devlet baskısına rağmen dolmayan imam hatipler var. Bakın Kocaeli Derince’deki 1200 kişilik imam hatibe; ancak iki sınıfı dolan okula kaymakamından ilçe milli eğitimine kadar tüm kadro yeni öğrenciler bulmak zorunda şimdi. İstanbul’da ise çözüm çoktan bulunmuş! Suriyeli göçmen ailelerin çocukları imam hatibe “teşvik edilecek”!

Tüm bu anlattıklarımdan “dindar” nesil çıkar mı? Çıkmaz. Siz dünyaya açılmak, hiç olmadı kendi memleketinde eğitimiyle yükselmek isteyen çocukları imam hatibe mahkûm ederseniz, bir de bunu “mağduriyet hikayesi” ile süslerseniz orada dindarlık değil yalnızca kindarlık serpilir. O kindar nesiller de yalnızca iktidar tarafından düşmanlaştırılan laiklere öfke kusmakla kalmaz, bumerang misali kendilerini hazır kıta olarak görenleri de hedef alır. Toplumdaki çölleşmeye dur demek istiyorsak okullarımızı, mahallelerimizi derhal birer savunma hattına dönüştüreceğiz. Çocuklar, veliler ve eğitim emekçileri arasında kalıcı, sahici ve güçlü bağlar kuracağız. Veli-Der’le, okul savunmalarıyla İslamcı dernek ve vakıfları püskürteceğiz. Kindar değil güleryüzlü çocuklarla yeni bir ülke inşa edeceğiz.