Susmak da dilin içerisindedir. Söylememek ya da söyleyememek dile dairdir. Susmak en iyi anlatıcıdır bazen. Milyonlarca kelimenin ve yüzlerce dilin anlatamayacağı çok şey vardır hayatta. Hiçbir kelimenin ifade edemeyeceği, hiçbir ezginin derdine derman olamayacağı, ne söylenirse söylensin aklın tamam deyip yüreğin oh çekemeyeceği şeyler. Boğaza gelip takılan, düğümlenen ve bir ölüm anı gibi sessiz ve soluksuz bırakan şeyler. Susmak dildir. Böyle anlarda her şeyi anlatacak tek dil. Susmanın kelimeleri çoğu kez iç çekişler, bazı zamanlar bakışlardır. Ve susmak dehşetli bir aklı ve sağlam bir yüreği gerektirir. Konuşmanın kabalığı, kalabalığı ve çoğu zamanki gereksizliğine karşın susmak zarafeti, değerli bir yalnızlığı ve gerekliliği besler ve taşır bir ilişkinin orta yerine. Susmak dokunmaya değer, sevmeye zaman verir.

Her susuşun tınısı, sesi ve ritmi başka başkadır. Kırılınca bir taş gibi susar insan. Ağır ve mağrurdur. Tek ses bile çıkarmadan kopar gider kendi bedeninden. Aldatılmışsa bir ateş gibi, susarak yanar, yanarak susar. İçindeki korla söne söne, en ufak rüzgârda ateşi tazelene tazelene. Kendinden utanır da susar insan bazen. Kalbi acır, üstüne koyacak eli yoktur. Ellerinden bile utanmıştır. Yaptıklarından, söylediklerinden. Susar, sadece susar. Annesi ölür susar, ki daha dün sıcaklığıyla hayat bulmuştur -bir yerde söylemiştim yine, annesi hayattaysa kimse yalnızım demesin-. Birisi üzülmesin diye bir şeyleri söyleyemediğinde susar insan, beş para etmez patronu büyük plaza camları ve renkli neon ışıklarının altında emrettiğinde susar, çünkü o işe ihtiyaç duymaktadır. Susar insan. Çocuklar üzülmesin diye susar, arkadaşlar kırılmasın diye, işten atılmayayım diye, hiçbir sözün fayda etmeyeceği bir gözyaşına yoldaş olayım diye. Aşk diye, ölüm diye, gör diye susar…