Kırılsın bu Cam Tavanlar

Televizyonda, yaz dizileri denilen dalga başladı. Bu hafta başlayan ve ismi ile kadınlarla ilgili olduğuna işaret eden “Cam Tavanlar” dizisi hemen ilgimi çekti.

Ayrıca yeni yönetmenlerden Fehmi Öztürk’ün renkli karakterini diziye yansıtabileceğini düşünmem, romantik komedide kendi kodlarını yaratan Meriç Acemi’nin senaryosunu da merak etmem ve seneler önce birlikte çalıştığım Ömer Özgüner’in yapımcı olarak modern bir hikâyeyi seçmiş olma ihtimali motivasyonlarım oldu. Malumunuz, “cam tavan” oldukça can alıcı bir kavram. İş yaşamında, kadın-erkek eşitsizliğinin nedeni olan en temel sorunlardan biri. Hayatım boyunca bu kavramı, kadınların çalıştıkları şirketlerde üst düzey pozisyonlara yükselmelerini engelleyen, elle tutulamayan gözle görülemeyen, Onryō tipli kötü bir hayalet olarak gördüm. Kadının kişisel yetersizliği ile yakından uzaktan alakası olmayan bu hayalet toplumsal roller, ailevi sorumluluklar bahaneleri ile ön yargılardan oluşan görünmeyen bir engel adeta. Hal böyle olunca Cam Tavanlar ismine kayıtsız kalmak imkânsızdı.

KIYAFETLERİN MESAJI

Dizi ilk bölümünde başrolündeki Leyla (Bensu Soral) ile güçlü bir kadın karakter yaratırken, kadının erkek egemen iş dünyasında karşılaştığı zorlukları yansıtıyor. Belki bu durumun üzerine biraz fazlaca basarak yapıyor bunu. Ardından diziye diğer başrol Cem (Kubilay Aka) karakteri dâhil oluyor. Flashback ile bu ikilinin geçmişteki hukuklarını görürken büyük bir iş plazasında aynı iş pozisyonu için rekabet içine girme anlarını eş zamanlı izliyoruz. Leyla’nın nasıl bir karakter olduğunu daha fazla açık eden bu ilk bölümde, Cem ile ilgili seyirciyi muğlakta bırakmak tercih edilmiş. Bu sebeple biraz Leyla üzerine konuşmak daha doğru. Leyla ile ilgili ilk gözüme batan detay kullanılan giyim tercihi. Leyla günlük iş hayatında blazer ceketi, kırmızı taban Louboutin markalı stilettosu ile dolaşırken gözlerimiz önemli bir parti için ne giyeceğini merak ettiğimiz o ana kilitleniyor. Romantik filmlerin kalıplaşmış bu ağır çekim sahnesinde; erkek karakter kadını arabanın yanında bekler, müzik girer, ağır çekim adeta durma noktasına gelir, erkeğin gözleri parlar ve en son seyirci kadının ne giydiğini görür. Bu sahnelerde kıyafet seçimleri gösterişli haute couture (özel dikim giysi) veya seksi bir gece elbisesi olur. Leyla için burada sivri omuzlu şık bir pantolon ceket takımı seçilmiş olması hoş bir ters köşe olmuş. Tabii keşke seyircinin zaten anladığı bu ters köşe, erkek karakter tarafından bir kez daha söylenmeseydi. Ama bu bir televizyon dizisi, burada kurallar böyle maalesef.

Türk romantik komedi yapımlarının klişesine dönüşen kurtarıcı asansör sahnelerini bilirsiniz. Yaratıcı tembelliğinden kaynaklı bu sahnelerde didişen veya kavuşamayan âşıklar defalarca asansöre konulur ve aralarında bir tansiyon oluşturulur. Leyla’nın asansör kullanmaması ile senarist Meriç Acemi belki de kendi mucidi olduğu bu kolaycı asansör sahnesi tekrarlarını yıkmış. Umarım bundan vazgeçmez. Elbette Leyla’nın plaza ve rezidans gibi çok katlı yerlerde asansör yerine merdiven kullanmasının bir mesaj olmalı. Şimdilik Leyla’nın zoru sevmesi, kendine yüklenmeyi huy edinmesini simgelediğini düşündüğüm merdiven meselesi ileri bölümlerde muhtemelen travmatik bir hikâyeye bağlanacaktır. Dizide sevdiğim bir sahnede, merdivenlerden inenin erkek olması, kadının ise basamakları tırmanarak yukarıya çıkan olması çok hoşuma gitti. Yönetmen Fehmi Öztürk’ün kamera açı seçimleri ile seyirciyi manipüle ederek karakterleri resmettiğini görüyoruz. Cem karakterinin alt kamera açısıyla tek başına rezidansın en tepesinde göründüğü kadraj ile Leyla’nın seyirciyle daha çok özdeşleştiği plan tercihleri ile erkek patronlar arasında küçük ve sıkışmış kaldığını gösteren kadrajlar gibi.

DİVANA SIĞMAMAK

Leyla’nın bakış açısından gördüğümüz Jean Jacques Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme kitabı havalı bir göndermeydi. Ancak kadınlar hakkındaki görüşleri hâlâ eleştirilen Rousseau’nun dizinin üstlendiği güçlü kadın olgusu için isabetli bir referans olduğunu düşünmüyorum. Dizi nasıl bir dizi veya neye dönüşecek pek anlayamadım çünkü Leyla’nın, çocukluğunu, iç dünyasını temsil eden divandan CEO’luğa geçişi çok hızlı oldu. Ve bu hız dizinin nereye ilerleyeceği açısından şüphe uyandırıcı. Umarım ismi ile ‘farklı iş yapıyoruz mesajı’ veren ve bu sebeple ciddiye alıp üzerine konuştuğumuz dizi tüm bunları göstermelik olarak yapmıyordur. Eğer böyle ise her zamanki erkek kadın romansından başka bir şey kalmaz geriye.

Ki bu bence bir sıkıntı. Çünkü ne yazık ki başrol oyuncularının arasında seyirciyi heyecanlandırabilecek bir kimya yok. Ve ne olursunuz kısaltın artık dizi sürelerini.