Neyin olması, yapılması gerektiğine ilişkin olan cümlelerimiz ne ütopik ne de imkânsız. Gerçek kılacak olan bizleriz. Onların mitleri yalan, bizim başaracaklarımız sahici ve gerçek olan.

Kırıntı değil dünyayı istiyoruz
Fotoğraf: ANKA

Bir kelimenin ontolojik boyutu onun asıl anlamının dayandığı kültürel çevreyi işaret eder. Kültür, insanın ortaya koyduğu her şeydir. Taşıyıcısı dildir. Dil insana, yaşama ait olan ne varsa kendisinde somutlaştırır. Bu nedenle Wittgenstein dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır demiştir.

Millet ittifakı “mutabakat”ı da onların dünyasının sınırları içeresinde bir metin. İttifakın dünyasının sınırlılığı kadar bir gelecek vaat ediyor. Altılının mutabık kaldığı bir politika metni. Yıllardır laik, kamusal eğitim mücadelesi verenlerin mücadelesi ise “Kırıntı değil, dünyayı istiyoruz.” diyen bir birikimi ve kararlılığı taşıyor. Laik eğitimin eşit yurttaşlıktan, kamusallıktan bağımsız değerlendirilemeyeceğini, sınıf mücadeleleri tarihinin dersini mücadele ederek anlatıyor. Metinde yer alan ücretsiz okul yemeği, süt, su, ücretsiz kitap dağıtımı, eğitim destek kartı vb. maddeler kamusal taleplerden bağımsız değil tabii ki. Ancak eğitim laik, kamusal niteliklerini bütünlüklü bir şekilde içermiyorsa emekçilerin çocukları için yoksulluğun bir kader gibi nesilden nesile aktarılmasından öte bir anlam taşımayacak, başka bir gelecek yaratmayacak.

Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi; özelleştirilemiyorsa bile en azından ticarileştirilmesi dünya genelinde ve ülkemizde sermayenin, siyasi iktidarların en temel yönelimlerinden biri oldu. Kamu hizmetlerinin tasfiyesine dönük olarak devam eden süreçte ise eğitimin piyasalaştırılması laik, bilimsel eğitimin tasfiyesi ile eş zamanlı hayata geçirildi. Laikliğin seçkinlerin ve orta-üst sınıf aydınların bir hassasiyeti olduğuna dair yapay tartışmalardan bugüne Aladağlardan, Ensarlara en acı haliyle yaşadık ki laiklik, laik ve kamusal eğitim kaybedilince ilk kaybeden emekçiler, emekçilerin çocukları oldu. Millet ittifakının metni zülfüyâra dokunmayan bir restorasyon metni. Halkın, eğitim emekçilerinin, velilerin mutabakat metni ise mücadeleyle yazılıyor.

KAMUSAL EĞİTİM!

Metnin giriş bölümündeki “fırsat eşitliği” yirmi yıldır her metinde karşımıza çıkan bir ezber. Fırsat eşitliği söylemi kişilere, başarısızlıklarından toplumun değil, bireyin kendisinin sorumlu olduğunu telkin ederek mevcut eşitsizlikleri meşrulaştıran, eşitsizliğin toplumsal çelişkilerden kaynaklandığını fark etmeksizin toplumsal olarak yapılandırılmış rolleri üstlenmek zorunda bırakan liberallerin safsatası. Emekçilerin çocukları için toplumla bütünleşmenin ve eşitlenmenin belki de tek yolu olan eğitimin, sınıfsal farklılıkların ve rollerin yeniden pekiştirildiği Cem Karaca’nın şarkısındaki gibi “işçisin sen, işçi kal” düzeyinde bir kabullenmişliğe dönüştürülmesi.

Sermayeye değil, kamusal eğitime yeterli bütçenin ayrıldığı, özel okulların, özel yurtların kamulaştırıldığı, bugüne kadar teşvik vb isimler adı altında aktarılan tüm kaynakların halka ait olanın sermayeden geri alınıp halka, halkın çocuklarına geri verilmesidir aslolan. Yoksulluk/açlık sınırı altında yaşayan tüm ebeveynlerin çocuklarına her ay düzenli eğitim desteği/bursu verilmesi bu memleketin çocuklarının hakkıdır.

Kamusal eğitimin tasfiyesinin en ağır sonuçlarını mesleki eğitim kurumlarındaki çocuklar çocuk yaşta işçi haline getirilerek yaşıyor. Özellikle öğrenci sayısının son bir yılda 1 milyon 300 bini aşan mesleki eğitim merkezleri çocuk işçilik kurumu haline geldi. MESEM (Mesleki eğitim merkezi) uygulamasına son verilmesi, tüm çocukların okullarına geri dönüşünün sağlanması, çocuklara ücret adı altında verilen rakamların eğitim desteği/bursu olarak verilmesi ile ilgili metinde tek bir ifadenin geçmemesi tercihin kamusal eğitimden yana olmadığının göstergesidir.

Asıl mesele fırsat eşitliği değil eğitim hakkı ve kamusal eğitimdir. Kamusal eğitimin temel koşulu da tüm çocuklar için eğitimin eşit, parasız, kapsayıcı, ulaşılabilir, bilimsel, anadilinde, nitelikli olmasıdır.

LAİK EĞİTİM!

Politika metninde laik eğitime ilişkin tek bir vurgu dahi yok.

15 Temmuz Darbe Girişiminin aktörlerinden biri genelkurmay başkanının emir subayı olan Levent Türkkan’ın ifadesinde kurduğu cümleler ise laik ve kamusal eğitimin neden vazgeçilmez olduğunun kanıtıdır.

“Ortaokulda cemaatin abileriyle tanışmıştım. 5 yaşından beri subay olmayı hayal ediyordum. Bu idealim cemaatin ekmeğine tuz biber oldu. 1989 Işıklar Askeri Lisesi’nin sınavlarına girdim. Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan emindim. Cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı getirip soruları verdiler. Soruları Serdar Abi getirmişti. Bursa merkezde bir cemaat evinde soruları bana vermişlerdi.”

Bu ülkenin yoksul öğrencilerine kamusal ve laik eğitimin tasfiye edildiği, eğitimin vakıf, dernek vb. isimler adı altında cemaatlere, tarikatlara teslim edildiği ve rekabetçi-eleyici sınav sistemleri ile de desteklendiği, çalıntı sorularla kadrolaşıldığı bu karanlık yaşatılmasaydı bu memleket 15 Temmuz’u yaşamayacaktı. Eğitimin bir kamu hizmeti olduğu ancak kamu emekçileri, öğretmenler eliyle sürdürülebileceği, hiçbir isim adı altında hiçbir yapının eğitimde faaliyet yürütülemeyeceğinin, vakıf, dernek vb isimler adı altında yapılarla imzalanan tüm protokol ve iş birliklerine son verilmesi mücadelesini yıllardır sürdürüyor öğretmenler, veliler.

Laik, kamusal bir eğitimde eşit yurttaşlık hakkının tartışılmaz en temel insan hakkı olmasının gereği olarak 80 darbecilerinin imzasını taşıyan zorunlu din dersi kaldırılması, her çocuğun ilgi, yetenek, becerileri doğrultusunda istediği dersi seçme hakkının olduğu, seçmeli adı altında zorunlu din dersleri dayatmasına karşı mücadelede de mutabık eğitim emekçileri, veliler.

Okul öncesi laik, kamusal eğitim tüm çocukların hakkı olduğu son şura kararları ile birlikte 4-6 yaş Kuran kurslarının yaygınlaştırılması son hızla sürdürülmesinin en çok yoksulların, emekçilerin çocuklarını hedef aldığı, okul öncesi kamu kurumlarının yetersizliği ve öğrenci başına kamu kaynaklarından karşılanarak verilen “ücretler” eliyle toplum temelli kurumlar adı altında yerlere mecbur bırakıldığını aylardır haykırıyor bu ülkede eğitim mücadelesinden vazgeçmeyenler. 4-6 yaş arası çocukların ihtiyacı soyut bilgiyi dayatan pedagojik ve bilimsel olmayan bir eğitim süreci değil eşit, ücretsiz, kamusal, laik, bilimsel niteliğin esas alındığı okul öncesi eğitim olduğunu,4-6 yaş Kuran kursları ile soyut bilgiyi dayatmanın eğitim hakkı, çocuk hakkı ihlali olduğu bilimsel bir gerçek.4-6 yaşa Kuran kurslarına son verilmesi, eğitimin Diyanet İşleri Başkanlığı’ nın değil MEB’ in sorumluluğunda olması gerektiğinin mücadelesi aylardır veriliyor memlekette.

Sermaye dostu düzenlemeler, “memleket meselesi” logosu altında yoksulluktan kaynaklı meslek lisesi, mesleki eğitim merkezi öğrencilerini bedava/ucuz iş gücü olma veya okullaşma politikası, sınav sistemlerinden kaynaklı zorunlu meslek liselileştirme/zorunlu imam hatipleştirme ile karşı karşıya bırakmakta. Lise düzeyindeki öğrencilerin nitelikli bir eğitim alabilmelerini sağlayabilmek için, tüm liseler çok amaçlı, öğrencileri çalışma yaşamı, toplumsal yaşam, bireysel, politik ve estetik gelişimleriyle ve yükseköğretim tercihleri konusunda bütüncül olarak kavrayan bir yapıya dönüştürülmesi, proje okullarına son verilmesi mücadelesini de il il, okul okul örgütleniyor yıllardır bu topraklarda.Tarikat, cemaat okulları, yurtlarının kamulaştırılması, halka ait kamusal alanların, bütçelerin tarikatlardan geri alınıp halka geri verilmesi halkın en meşru, en kitlesel talebi memleketin her yerinde.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ!

İstanbul Sözleşmesi metinde nasıl görülmezse kız çocukları, toplumsal cinsiyet eşitliği de görülmez kılınmış. MEB’in açıkladığı örgün eğitim dışında olan kız çocuğu sayısı ise 1,5 milyonun üzerinde. Fiilen kaldırılan karma eğitim ortaöğretim kurumları yönetmeliğinde yapılan değişiklikle hukuken de kaldırıldı. Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı tüm çalışmalara 2019’dan sonra son verildi. Müfredatın değişimi ile birlikte cinsiyetçi müfredat, ders kitapları içerikleri, kız-erkek diye ayrıştırılarak protokol-iş birlikleri eliyle kamplar, yaz okulları, seminerler…. hayata geçirildi. Karma eğitim hakkı için, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan müfredat, programlar için yıllardır mücadele ediliyor.

EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET, EŞİT HAKLAR

Son 20 yılın öğretmenlere, eğitim emekçilerine yönelik politikaları eğitim emekçilerini iktidarlara tabi kılmak ve en önemlisi öğretmenlerin uzun süren mücadeleler sonucunda elde ettikleri “emekçi” kimliğine saldırarak onları yeniden ”memur” haline dönüştürmekti.

Öğretmenlik meslek kanunu ile öğretmenleri başöğretmen, uzman öğretmen, aday öğretmen diyerek; kamusal eğitime, öğretmen atamalarına ayrılmayan bütçeleri özel okul sahiplerine aktararak; bütün emekçiler bir üretim faktörüyse, sayıca çok olmaları, sermaye açısından yaratacağı maliyeti düşürür, öğretmenleri ucuz iş gücü haline getirir diyerek kamuda/özel öğretim kurumlarında çalışan/ataması yapılmayan öğretmen diyerek ayrıştırmak “Bu ülkeyi bir anonim şirket gibi yöneteceğiz.” in özetiydi.

Mülakat, güvenlik soruşturmaları, arşiv araştırmaları da kadrolaşmayı hızlandırmanın çimentosu oldu. Memleketin çocuklarının kamusal eğitim hakkı, eğitim emekçilerinin hakları için tüm öğretmenler için yoksulluk sınırının üzerinde eşit işe eşit ücret, eşit haklar, kadrolu, güvenceli istihdam tek çıkış yoludur. Ve öğretmenler yıllardır bu mücadeleyi haykırıyor, örgütlüyor kararlılıkla. “Ezenler, ezilenlerin yalancı bir dünyaya inanmasını sağlamak için sayısız mit uydururlar. Bu mitler olmadan düzenin devamını sağlamak olanaksızdır. Ezilenler, sistemin bir özgürlük düzeni olduğuna, herkesin dilediği yerde çalışma özgürlüğüne sahip olduğuna, kapitalist düzenin insan haklarına saygı duyduğuna ve bu nedenle de savunulması gerektiğine, çaba gösteren herkesin harika birer girişimci olabileceğine dair mitlere inandırılır.”

Millet ittifakı metnine yazılmayanlar onların dünyasının sınırlılığı ve politik tercihleri… Kamusal, laik eğitim talepleri bu memleketin her yerinde en yaygın, en meşru talepler artık. Milyonlarca kişi kralın çıplak olduğunu, sadece patronların, güçlü olanın kârını amentü ilan eden, halkın yararını düşünmeyen bu sistemin çıplaklığını görüyor. Neyin olması, yapılması gerektiğine ilişkin olan cümlelerimiz ne ütopik ne de imkânsız. Gerçek kılacak olan bizleriz. Onların mitleri yalan, bizim başaracaklarımız sahici ve gerçek olan. Kırıntı değil, dünyayı istiyoruz.