Sinirinizi bozmayayım ama, öyle çok yapacak iş var ki, film izlemeye bile vakit bulamıyorum bazen. Süreleri doluyor, uçup gidiyorlar. Bugün, bir kısa film olmasından da yararlanarak bir gayret Pedro Almodóvar’ın “The Human Voice”unu (İnsan Sesi) izledim. Başrolünde, (Aslında köpek Dash dışında tek rol de denebilir) Tilda Swinton oynuyordu. “The Human Voice” 2020 Filmekimi’nde yalnızca sinemada gösterilmişti. Çok beğendiğim Swinton’a gelince, esas olarak bir Derek Jarman oyuncusu olsa da, Almodóvar’a da, hikâyeye de, filmin uyarlandığı aynı adlı oyunun yazarı Jean Cocteau’ya da yakışmış. Ona bakarsanız Tilda Swinton, bir filmini ilk kez İstanbul Film Festivali’nde gördüğümüz Jim Jarmusch’un olgunluk çağı filmlerinden “Only Lovers Left Alive”a da (2013) aynı rahatlıkla uymuştu.

HERKES KENDİNİ FİLM FESTİVALİ’NDE BULUR

Zaten Uluslararası İstanbul Film Festivali bizim için bir tür Kevin Bacon 6 Derece Ayrılık oyunu oldu çıktı. Bu oyun, Hollywood film endüstrisiyle ilintili kim söz konusu olsa, film rolleriyle altı adımda o kişiden Bacon’a ulaşılabildiği temeli üzerine kuruludur. Yukarıdaki paragraftaki herkes de 6 adıma bile gerek kalmadan kendini İstanbul Film Festivali’nde bulur.

Sinemada bir süre geçmişi olan kimden söz etsek, hemen aklımıza Festival’deki filmleri gelir. Mesela bu yıl Festival’de, gösterimi dün akşam suarede (21.30) sona eren bir film vardı ki, bir vesileyle gene aklımıza düştü. Ama onu, yani “Morte a Venezia / Venedik’te Ölüm”ü yazarı Thomas Mann ile değil, yönetmeni Lonate Pozzolo Kontu Luchino Visconti ile değil, başrol oyuncusu muhteşem Dirk Bogarde ile de değil; diğer başrol oyuncusu diyebileceğimiz güzel çocuk Tadzio’yu oynayan Björn Andrésen sayesinde hatırlıyoruz.

İsveç yapımı “Dünyanın En Güzel Oğlanı (2021)” festivalin belgesel kuşağında gösterildi ve ne yazık ki dün sona erdi. Visconti 1971’de onu “dünyanın en güzel çocuğu” diye lanse etmişti. Kristina Lindström ve Kristian Petri’nin yönettiği film ise ani şöhretin olumsuz etkilerini anlatıyor. “Venedik’te Ölüm”ü izleyenler mutlaka bu güzel çocuğun niye sinemada şöhrete erişmediğini, ona ne olduğunu merak etmiştir. Tanıtımda onun “kariyerinin buluntu görüntüleriyle günümüzden röportajları” bir araya getirdiği söyleniyor. Herkes için ilginç ama özellikle Tadzio hayranları için hüzünlü.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 40. İstanbul Film Festivali’nin dokuz filmden oluşan çevrimiçi Mayıs Gösterimleri’nin ilk bölümünde 2021 Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı–En İyi Yardımcı Oyuncu Ödülü kazanan, Bence Fliegauf'un “Orman – Seni Her Yerde Görüyorum’u ve gene Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı–Jüri Ödülü kazanan “Bay Bachmann ve Sınıfı” da var.

CANIMIZ KADAR AZİZ FESTİVAL DOSTLARI

Bir festivali, hatta bir sinemacıyı en başından izlemek insana elinde büyütmüş hissi veriyor. İstanbul Festivali’ne dâhil olduğu ilk iki yıl, “Sinema Günleri” adını taşıdığı (ki, çok sevdiğim bir addır) sonraki birkaç yılı ve Festival yılları ile Uluslararası İstanbul Film Festivali, hayatımızın armağanı olmuştur. Hem tanımadığımız birçok seçkin ya da ümit veren yönetmeni orada tanıdık, hem de pek çok arkadaş edindik. Çoğuyla yılda sadece on beş gün birlikte olduğumuz, canımız kadar aziz festival arkadaşları…

Ama benim bu festivalle bir kazancım da İKSV’deki dostlarım oldu. Öncelikle bu festival sayesinde, sonra diğerleriyle de. Yıldız’da geçen yıllar, Louvre Apartmanı ile İstiklâl Caddesi’ne geçmek ve Vakfın kendi evi, Şişhane’deki Nejat Eczacıbaşı Binası. Hepsi çok yaşasın! Hülya, Ali, Nuray, Ömür, Sara, Nilgün, Azize, Yusuf, Kerem, Ayşe ve elbette Melih, Görgün, Şakir Bey ve artık yaşlandığım için umarım adlarını ilk hamlede unutmamın mazur görüleceği arkadaşlarım…

Birkaç yıl önce Görgün Taner festivalin program sunumu basın toplantısındaki konuşmasında Elçin’den, Uğur’dan ve benden, ilk festivalden beri onlarla birlikte olan kişiler diye söz etmişti. Bu onur da bize yeter…