Kırkpınar'dan bir hafta önce Karaçulha Yaylası'nda yağlı güreşler vardı. Karaçulha, Fethiye taraflarındadır. Bir yabancı olarak oralardan geçiyor olsanız, ıssız bir dağ başı diye düşünürsünüz. Ama yağlı güreşlere çevre yaylalardan ve Fethiye'den beş binden fazla izleyici gelmişti. Bu kayda değer bir noktadır.

Karaçulha Belediyesi güreşlerin gelirini yeni yapılacak ilköğretim okuluna ayırmıştı. Bu da kayda değer bir noktadır.

Her güreşte olduğu gibi, burada da bir güreş ağası seçildi. Neredeyse izleyicilerin tamamının köylülerden oluştuğu bu "dağ başında" burma bıyıklı bir erkek değil, bir kadın ağalık ihalesini aldı. Teşekkür konuşmasında da, "Çocuklarımız okusun diye girdim buna" dedi. Bu da kayda değer bir noktadır.

Karaçulha’dan bir hafta sonra 651. Kırkpınar Güreşleri’ndeydim. Bu geleneği UNESCO, Somut Olmayan Kültür Mirası olarak dünya kültür mirası listesine aldı. Yani, bu yerel kültürel olay evrensel bir koruma ve tanınma niteliğine kavuştu.

Karaçulha örneğinde gördüğümüz gibi, Anadolu'nun belli bölgelerin önemli bir etkinlik olan yağlı güreş, sadece yağlanarak yapılan bir maçolar yarışı değildir; daha fazlasıdır. Seyirlik bir oyundur örneğin. İnsanoğlu doğayı taklit ederek sanat yapar. Doğanın seslerinden müziğe ulaşır. Müzikle doğayı yeniden üretir.

Sesten dile dönüştürdüğü biçimlerle, sesi dil olarak taşır. Bu dil ile şiir kurar, roman yazar. Genel olarak tüm bu etkinliklerin temel dinamiğide doğa ile mücadele vardır.

İnsan doğa ile mücadele ederken oyunlar oluşturmuştur. Doğayı yenebilmek için, en yakınındaki doğa olan insanla danışıklı mücadelesinden oyunlar ortaya çıkmıştır. Güreş, böyle bir oyundur.

Yağlı güreşte gelelim işin kültürel boyutuna... İşin içine UNESCO girdi bir kere! Tabelalara bu yazıldı ya... Gerisini boş ver! Bunu her yerde söyleriz, olur biter. Yerel kültürel değerimizin evrensel olduğundan dem vurur; "Yabancılar bile anladı." deriz.

Kırkpınar'da bir güreş alanı vardır. Yaklaşık on beş bin kişilik seyirci sıraları çevreler bu alanı. Çayırın çevresi tribünle kapatıldığından, zaten sıcak olan hava iyice kızışır, ortadaki alan ateşin üstündeki bir tavaya döner. Ve zaten sıcak olan havada terle ve yağla ısınan bedenler, tavada balık gibi pişer.

Saatlerce kızgın güneşte pişen, çayırda derisi çizilen pehlivanları güreşirken izlemek ilginçtir. Ama daha ilginci, güreş alanı dışındaki curcunadır. Alanın doğu ve güneydoğu tarafında ağaçlar vardır. Bu ağaçların altında bazı güreşçilerin çadırları vardır. Kimi ise arabalarda soyunur, giyinir. Galipler bir sonraki turu bekler.

Bu arada, kaldırım kıyısındaki köftecinin yanı başında bir pehlivan görürsünüz. Bir eliyle kafasına plastik su borusu tutmakta, öbür eliyle sabunlanmaktadır. Bir diğeri sabunlanmış, beline havlusunu sarmış, arabaya doğru yollanmıştır. Bir başkası havluyu boş vermiş, slip donuyla arz-ı endam eylemektedir. Bir pehlivan ise, yakındaki ızgaracıdan bir pet şişeyle ödünç yağ almaktadır; az sonra kispetini giyeceği için yağ gerekecektir çünkü. Kısacası tam bir "bize özgü" durumdur yaşanan. Bu, bize özgülüktür belki dünya mirasına alınmaya neden. Biz yine de daha entellektüel bir tanım getirelim ki, görüntüleri birileri "rezalet" olarak tanımlamasın: Post-yerel kültür. Adı böyle konabilir bu curcunaya!

Haftanın Protestosu; Cumartesi Annelerine dokunan AKP, annelerin lanetine uğrasın!