Arkası çamlara dayanan yamaç köy uzaktan bakınca beyazlar içinde adeta kaybolmuş gibiydi. Dikine çıkan birkaç eğreti dumanda olmasa oralarda bir köy var mıydı yok muydu anlaşılamıyordu.  Kuzinenin üzerinde tıkırdayan çaydanlığın sesinden başka bir ses olmayan yarı karanlık odada Cenap Hoca ve Çakır Emmi yamaçtan aşağı beyazlara bürünmüş ovaya dalmış gitmişlerdi.  Ay da tabak gibiydi hani. Cenap Hoca,  gümüşe kesmiş ovaya doğru gözlerini kısarak baktı, kar altında bel bükmüş boz büklerin ötesinden karatavuk çakırdamaları gümüş ovayı bıçak gibi kestiğinde Hoca kendine geldi. Kendisi gibi ovaya dalmış olan Çakır’a dönüp;

-“ Hayırdır, pek daldın be Çakır?”

-“ Geceyi, gecenin bu ışıltılı sessizliğini özlemişim be Cenap Hoca. Şu ayaz gecede hendekteki günleri anımsadım bir an. O sıcak, bunaltıcı yaz aylarında da öğle güneşi işte böyle ovaya vuran ay ışığı gibi kamaş kamaş bir vurur geçer giderdi. Gün doğmadan girdiğimiz hendekte dökerdik cümle terimizi. Güneş hendeğin içine doldu muydu anla ki öğle olmuş. Açardık azık torbamızı, akşamdan içine helva basılmış ekmek kururdu öğleye dek. Tıkana tıkana yerdik o kuru ekmeği. Yerken de gök mavi mi dökülecek üstümüze, boz toprak mı, akşama gayrı Tanrı bilir. Yarın mı? Güneş kadar uzak gece kadar yakın...”

-“ Zor şartlar tabii. Bir yandan göcük tehlikesi, bir yandan geçim sıkıntısı. Emeklilik yakın mı bari?”

-“ Ne gezer Hocam, bir gün prim ödenmişse on gün ödenmemiştir. “

-“ Kayıt dışı çalıştınız yıllarca yani.”

-“ Zaten bizi   kayıt altına alıp da adamdan sayan olmadı ki bu memlekette hiç. Oğlan bu işe can sıkar direnirdi. Gitti sendikaya kayıt oldu. Eee oldu da ne oldu. Üç günde kapının önüne koyuverdiler. Kim sahıp çıktı ki?”

Cenap Hoca oflayarak yerinden kalktı, kapı ardına dizilmiş odun yığınından iki odun çekip kuzineye attı. Çayın altına baktı, çaydanlığa bir gıdım su çekti. Burnunu cama dayamış Çakırın yanına, sedire oturduğunda adeta içi boşalmıştı. Çakır, Cenap Hoca’ya bakıp;

-“ Sendika işi olacak mı ne dersin Hocam?

-“ Olacak olmasına da orada da işler sarpa sarıyor Çakır. Hafta başında Bakanlık açıklama yapacak. Garabet bir durum açıklaması olacak bu anlayacağın. Ancak on –onbir sendika yetki alabilecek gibi görünüyor. DİSK , öyle görünüyor ki hiç bir sendikasına yetki alamayacak. “

-“ Cemaatin borazanını gördüm, “ Naylon üyeler ayıklandı” diyor utanmadan. Naylon sistemin ağzı işte.. “

-“ Ya, Bakana ne demeli Çakır. Dört kez ertelemişte bir daha erteleyemezmiş. Gerçek sendikalı sayısı 3,2 milyon değil, 880 binmiş. Velev ki doğru. İnsan bunu söylemeye bile utanır be.. TUİK Ekim-2011 verilerine göre, işgücüne katılım, % 50 oranında imiş.  Ki ben bu % 50 oranına da katılmıyorum, pek çok akademisyene göre bu oran % 65’lerden aşağı değil.

Yani milyonlarca insanının çok azına iş olanağı verebiliyor olman bir ayıp değilmiş gibi bir de çalışanların senin gibi kayıt dışı olma durumuna göz yumma var işin içinde. Yine resmi verilere göre, kayıt dışı oranı % 41,8 miş. Bu bir Bakan için utanılacak bir rakam değil mi? Ama ne yapıyorlar, pişkince sendikalı sayısı 880 bin gerisi naylon deyiveriyorlar. Bu rakama göre sendikalaşma oranı sadece % 8 oluyor. Düşünebiliyor musun bir ülkede altmışa yakın sendikanın sadece onu yetki alabiliyor. Zaten geri kalanına da ne toplu sözleşme ne grev hakkı var. “

-“ Doğru söylüyorsun Hocam. Hal böyle iken hala bir kısım dönekler AKP ve cemaatten medet umup solculara sosyalistlere köşelerinde çamur atmayı sürdürebiliyorlar.”

-“ Bir laf vardır Çakır; “Ne yana dönersen dön kıçın hep arkanda kalır” diye..”

-“ Yani!..”

-“ Yani, bazı gerçekleri dönerek değiştirmezsin. Dönek dönekliğini yapacak anlayacağın.”

-“ Neyse Hocam gel bir çay daha içelim, içimiz ısınsın bari!.”

Çayın kokusu odayı doldurduğunda derin bir iç çekişle sedirde yer değiştiren Cenap Hoca;

-“ İçelim de sonra biraz ayaza çıkalım, temiz hava alalım. Gecenin aydınlığı bir başka güzel, böyle gecelerde ayın kokusu gölgelere siner. Gölgeleri koklaya koklaya yürüyelim biraz kirlenmemiş şu karlarda..Kirlenmemiş bir şeyler çekelim içimize.”