İnsan zihni doğadan çok daha kirli, çevreyi kirleten de aslında bu kirli zihin. Kirleticileri kullanmayarak ve etkili kampanyalar düzenleyerek çevreyi yaşanabilir oranda temizlemek mümkün; peki zehirleme gücü karbondan etkili fikirlerle kirlenmiş bir zihin nasıl temizlenebilir?

Çevre için kullanılan yöntem zihin temizliği için de geçerli: İdeal olan kirli bilgileri kullanmamak; ikinci yol ise bir şekliyle zihinde yer etmiş pis fikir ve düşünceleri temizlemek. Felsefe her ikisini de yapabiliyor: Felsefeyle hem kirli ve temiz bilgiyi önceden ayrıştırıp beyninizi temiz tutabilirsiniz hem pislik yapan çörçöp bilgileri temizleyebilirsiniz. Bunun için felsefeci olmak gerekmiyor, az da olsa felsefenin yöntemlerini bilmek yeterli.

Felsefe genellikle sorgulayıcı etkinlik olarak bilinir. Fakat her soru felsefi değildir. Felsefe, soruyu hakikati, iyiyi, güzeli bulmak için sorar. Doğru soruyu sormak, yanıtın anlamlı olup olmadığını anlayabilmek için doğru bilgiye sahip olmak gerekiyor. Felsefe, yanlış bilgiyi doğru bilgiden ayırabilmemiz için mantık, bilgiyi kullanma amacımızı belirlemek için ise ahlak diye iki disiplin geliştirmiş. Özetlersek felsefi etkinliğe katılabilmenin yolu hem bilimsel bilginin kullanıldığı hem felsefenin kavram ve yöntemlerinin öğretildiği eğitimden geçiyor.

Felsefe eğitiminin önemini bir felsefeciden daha iyi anlatan olamaz. O nedenle “Felsefe ne işe yarar?” sorusunu üç kısa paragrafta felsefecilere yakışır sade bir dille açıklayan felsefe grubu öğretmenlerinden gelen Eğitim Felsefesiz Olmaz başlıklı e-posta metnini sizinle paylaşmak istiyorum.

“EĞİTİM FELSEFESİZ OLMAZ

Geçmişten bugüne, insanın olduğu yerde anlam arayışı her daim olmuştur. İnsan kendini ve çevresini anlamak, anlamlandırmak ihtiyacı duymuştur. Felsefe bu ihtiyaçlardan doğar ve sorgulayıcılığı, eleştirelliği, tutarlılığı sayesinde kendinden sonra gelen bilimlerin yolunu açar, onlara rehberlik eder. Hem eleştirir hem eleştirilir.

Günümüzde de pek çok tartışmanın odağında olsa da insan, felsefeye başvurmadan, ona atıf yapmadan yoluna devam edemez. Ülkemizde de durum benzerdir. Felsefeye, felsefi düşüncelere ve filozoflara siyasetçilerden eğitimcilere pek çok yelpazede sık sık yer verilse de eğitim sisteminde ne yazık ki durum böyle değildir.

Lise programlarında, 10. ve 11. sınıfta ikişer saat zorunlu felsefe derslerine yer verilse de doğru düşünme bilimi olan mantık, ruhbilimi olan psikoloji ve toplumbilimi olan sosyoloji kendine çok az yer bulabilmektedir. Ayrıca ülkemizde ve dünyada, son yıllarda adından söz ettiren çocuklar için felsefe dersleri de ilköğretim içinde henüz kendine yer bulabilmiş değildir.”

**

Bilginin herhangi bir editörlükten geçmeden ortalığa sürüldüğü günümüzde, özenle korumaya çalıştığımız fikirlerimizi bozan lüzumsuz bilgilere herkes gibi ben de maruz kaldım. Daha fazla gecikirsem, beynimin, filtresi yağ bağlamış davlumbaz gibi geçirgenliğini kaybedeceği korkusuyla altmışından sonra felsefe okumaya başladım (Anadolu Üniversitesi AÖF). Bir sınav çıkışı, yirmi yaşlarında bir öğrenci "Abi sen de mi öğrencisin" diye sordu. "Evet" yanıtıma gelen hangi bölüm sorusuna felsefe deyince şaşırdı. "Ya abi ne işin var senin öğrencilikle; hem felsefe ne işine yarayacak!" dedi. Sorup öğrendiğim fakat şu anda anımsayamadığım adıyla hitap ederek "Kafamı düzelteceğim! Kafamı bu yaşa kadar boktan püsürden bir sürü bilgiyle doldurdum. Gereksizleri ayırıp atmak, gerekli olanları tasnif edip rafına yerleştirmek için okuyorum felsefeyi. Bunu bir insanın gardırobunu düzenlemek gibi düşün!" dedim. Anlamadı tabi, çünkü felsefenin herhangi bir işle, meslekle ilgisini kuramadı. Belki de kafası karışık delinin biri dedi. Büyük ihtimalle öyle düşündü, aldığı yanıta ilgi göstermeden yürüyüp gitmesinden bunu anladım...