Türkiye’nin siyasal ve anayasal kazanımlarında altüst oluşlar, sadece bir mirasın reddi değil, aynı zamanda geçmişin kirletilmesidir. Buna karşılık, verili bir siyasal ve anayasal rejime son verilmesi, bir dönüşüm eşiğinin ötesinde ülkeyi, geleceği belirsiz bir sürece sokmuş bulunuyor. Çünkü kaldırılan sistem/rejim belli; ama getirilen belirsiz; aslında yönetim modeli olarak rejim ve sistemden çok, tek kişinin eğilimlerinin belirleyici olduğu, seçilmişlerin ve anayasanın dışlandığı “rejim ve/ya sistem” nitelemesini zorlaştıran bir sürecin başında koca Türkiye Cumhuriyeti.

Zira 2017 Anayasa değişiklik ve uygulaması bir bütün olarak, “demokratik hukuk devleti” gereklerinin dışına çıkarmıştır.

Şu halde gelinen yer, bilgi kirliliği ile örtülmeye çalışılsa da, belli; buna karşılık gidilecek yön ve yer belirsiz: emredici ve/ya yasaklayıcı anayasal hükümler ve demokratik siyasal gelenekler yerine, kişisel iktidarın baskın geldiği bir anayasal ve siyasal düzende, gelecek yılları kestirmek kolay değil…

DÖRT KATMANLI KİRLİLİK

Geçmiş, şu dört katmanlı süreçle kirletildi:

-Anayasa değişikliği, OHAL’de Anayasa’nın askıya alındığı ortam ve koşullarda dayatılan bir süreç oldu.

-Anayasa değişikliği ile 150 yıllık anayasal kurumsal yapı kaldırılarak “tek kişi yönetimi” getirildiği halde, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adlandırması ile toplumsal algı kırılması yaratıldı.

-Anayasa değişikliğini topluma dayatanlar,18 aylık uygulamada kendi koydukları kuralların ihlal edicisi konumuna geldi.

-Bu üç katmanlı kirletme eşliğinde, “yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir” anayasal hükmüne karşın, Osmanlı-Türkiye pozitif anayasa hukukuna yabancı olduğu halde, “tarihimizde vardı” yalanına toplumu alıştırmaya çalışıyorlar.

İNKAR YOLUYLA GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRMEK

Tarihe yabancılaşma, şu iki ana hedefin kaldıracı olarak kullanılmakta: Ülke’ye yabancılaşma ve dünyevi hukuka yabancılaşma.

Bu üçlü yabancılaşma, toplum mühendisliğini meşrulaştırıcı ve kolaylaştırıcı etkenler olarak kullanılıyor: bir yandan, ülke olarak Türkiye’yi tarihsel, kültürel ve doğal mirasından kopararak yeni bir” tarih yazmak”; öte yandan, dünyevi hukuk yerine, imam-hatip bakışının biçimlendirdiği mezhep temelinde bir hukuk düzenine yönelmek.

Yürütme yetkisini tek başına elinde tutan kişi, 2017 Anayasa değişikliğini, üçlü yabancılaştırma hedefinde kararlı bir biçimde kullanıyor. Bu kullanımla, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecindeki hukuk, eğitim ve –cinsiyet eşitliği temelinde- medeni hal üzerine sağlanan birlikte gedik açmak için her fırsat değerlendiriliyor.
Helal gıda ve fıkıh muhasebesine ilişkin düzenlemeler, yargı mensuplarına yasa yerine vicdanı referans almalarını öğütleme, islam hukuku toplantıları ve islami anayasa projesi tartışması, kısa vadede , çok hukuklu sistemin ayak sesleri; ardından dünyevi hukuka son verme iradesi…

Eğitimde de benzer durum; derslerin içeriği bakımından çağdaş ve bilimsel eğitim yerine, din ve mezhep temeline kaydırma eğilimi; okul olarak, imam-hatip okullarını dayatma ve yaygınlaştırma misyonu, Yürütme tarafından üstlenilmiş.
Müftü nikahı ile medeni hukukta gedik açılması, inanç adına evlilik dışı birlikteliklere karşı çıkılması vb söylem ve uygulamalar, sadece “özerk toplum” projesini ortadan kaldırma değil, yaşam tarzına müdahale yoluyla kişi özgürlüklerini de tehdit etmekte.

DÜRÜSTLÜK VE TUTARLILIK SORUNU

Değinilen ikilemler dizisi ve başkaları, toplumu belirsiz bir geleceğe sürüklemekte. Üçlü yabancılaşmaya dayalı belirsizlikten kurtuluş, ancak hukuka dönüşle mümkün; ulusal kazanımlar ve çağdaş gelişmeler ışığında demokratik hukuk devleti ve demokratik toplum yoluyla.

Siyasal ve anayasal mirası yadsıyan AKP-MHP ittifakı, dürüstlük sorunu ile karşı karşıya; buna karşılık, demokratik anayasa yönünde irade beyan eden CHP-HDP-İYİ P. (ve SP-TİP-DT), bunu nasıl gerçekleştireceklerini ortaya koy(a) mamakla ciddi bir tutarlılık sorunu ile karşı karşıya bulunmakta.