İnsan hakları, demokrasi diye diye bunların canına okunuyor derim sık sık; “mışlar” dünyasından söz ederim. Bununla aslında bir garabeti vurgulamak isterim ya, ne yazık ki, garabet gibi görünen bu tanımlama her gün yaşanan olaylarla kendini yeniden yeniden doğrularken “mışlar” da  realiteye dönüşüp, sıradanlaşıyor.
Alın size, bir bizden, biri dünyadan iki örnek. Arkası çok da, bunlar tazelerinden!
Şu Sayıştay raporları ve bütçe tartışmaları örneğin.
Türkiye’de mali denetimin yetersizliği bilinen, AB Raporlarına da giren bir konu. Eeeh, AKP iktidara gelirken,  bir yandan “yolsuzluklara karşı savaşı” , öte yandan AB’ye üyelik konusunda adım atacağını vaat etmedi mi? Başlamış çalışmaya. Örneğin 2003 yılında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu (KMYKK) çıkarılmış. Böylece, AB’ye uyum süreci içinde de konu edilen, mali saydamlık, performans denetimi, mali disiplin ve kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasının sağlanması doğrultusunda, kısaca mali denetimin daha etkin hale gelmesi yolunda bir adım atılmış olmakta.
Arkasından 2010 yılında yenilenen Sayıştay Kanunu’nu geliyor. Tam bununla mali saydamlık işi sağlama alınacak diye beklerken, birçok kamu kuruluşunun Sayıştay denetimi dışında bırakılması gibi yine “mışlarla” baş başa kalınmış.
Bu yıl ise, mışlar daha fazla. KMYK Kanunu’na göre, bütçe süreci içinde Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu, Faaliyetler Genel Değerlendirme Raporu ve Mali İstatistikler Değerlendirme Raporu gibi üç rapor Meclis’e verilmek zorundaymış ama verilmemiş. Neden verilmediği soruluyor; Haziran 2012’de torba yasaya (buna da yasaların “mış” hali desek yanlış olmaz herhalde)  Sayıştay’la ilgili yeni bir düzenleme getirilmişmiş; buna göre de Sayıştay’ın hazırladığı 132 rapor bu yeni düzenlemeye aykırı olduğundan, Meclis’e sunulmamışmış. Bir tesellimiz varmış; bu raporlar Sayıştay’da duruyormuş.
Artık, şeffaflık, bilgi edinme hakkı, denetim zorunluluğu, hesap verilebilirlik,- hani birilerinin dillerden düşürmediği kavramlardır ya- siz, nereden isterseniz oradan başlayın!
İkincisi dünyadan....  Bilim insanları, raporlar felaket haberleri veriyor; iklimler alt üst olmuş; doğal afetler son 30 yılda beş kat artmış durumda. Ve BM Dünya İklim Kongresi için Doha’da toplanıyor ülke yöneticileri.... Önlerinde bir sürü rapor; arkalarında bir yığın gerçekle iklim sorunu konusunda esaslı bir adım bekleniyor onlardan.  Ama sanki onlar başka bir dünyada yaşıyormuş gibi, bir sürü laf, bir sürü palavradan öteye gitmek ne mümkün!
Yeryüzündeki yaşamı kurtarmak açısından yeterli olmadığı bilinen sera gazı salınımlarını azaltmak konusunda bile bir ilerleme kaydedemiyorlar. Yapabildikleri, hiç de işe yaramayan Kyoto protokolünü bir sekiz yıl daha uzatmak. Neden deseniz, ekonomik büyümeden vazgeçemiyorlarmış!
Kimin büyümesi diye de, yaşamın elden gittiği bir dünyada ne büyümesi diye de sormayın sakın! Sormayın; çünkü büyüme, tüketim, refah anlayışı, yaşam alışkanlıkları  gibi çok daha  geniş kapsamlı bakılması gereken ve bunca hayati bir sorun karşısında sera gazı salınımlarını azaltmak için bile adım atmayan devlet adamlarının, iş adamlarının, yöneticilerin yaşadığı bir dünya burası.  Bir zamanlar “dünya imiş” demek için pek fazla zaman da kalmadı galiba.
9 Aralık Birgün Pazar ekinde Selami İnce’nin yazısını okumadıysanız hemen okuyun. ABD’li Prof. Dr. Dennis L. Medadows, uluslararası toplantılardan da, yenilenebilir enerji yolundaki adımlardan da, iklim değişikliğini durduracak “sözde” yardımlardan da bir şey beklemekten nasıl ve neden vazgeçtiğini acı acı anlatıyor.  Dediği doğru; geleceği ve gelecektekileri kurtarmak için  bugün birilerinin acılara katlanması, alıştıklarından vazgeçmesi gerekiyor ki zor! Onun için de gelsin, sürdürülebilir büyüme, yeşil ekonomi gibi süslü püslü laflar!
Ne de olsa, “mışlar” dünyasında hepsine yer var.

Not; Pınar Selek davasını da sakın atlamayın. Orada da, bombalama iddiasından yargılama sürecine, oradan arkası kesilmeyen duruşmalara kadar “mışlar” çok!