Kapitalizm, başlarda, herkesin zengin olacağını vaat ediyordu. Olmadı, tabii ki… Sonra liberal ideolojiye yeni ayet geldi ve dendi ki “Çok çalışan herkes zengin olabilir.” Çok çalışan, misal, maden ve inşaat işçileri de zengin olamayınca bu sefer “çok ve akıllı çalışan herkes zengin olabilir” diye güncellendi.

Kırmızı ışık mı, yeşil ışık mı?

Son zamanlarda vahşi kapitalizm alegorilerinin sayısında gözle görülür bir artış var. Sinopsisi 2009’da yazılan Squid Game’in başlarda pek çok yapımcı tarafından reddedilip 2021 senesinde gösterilmesi ve reyting rekorları kırması buna bir örnek. Doğru zaman, doğru ortam, doğru PR… Tabii son 10 yılda çekilen ve olumlu eleştiriler alan Elysium, In Time, Snowpiercer vb. distopyaların The Platform, Parasite, Alice in Borderland, La Casa de Papel ve Squid Game gibi alternatif projelerin önünü açtığı da söylenebilir.

Bu işlerin çoğunun Avrupa ve Asya’dan çıkıp dijital platformlarda yayımlanmasının bir sebebi Hollywood’un hem ekonomik açıdan hem de üretim dinamizmi açısından artık gerileme fazına girmiş olması. Zira Hollywood’un son 10-15 yılına baktığımızda tepede daima daha evvel tutmuş işlerin devamı, öncülü, yeniden çevrimi, animasyon veya çizgi roman uyarlamalarını görüyoruz. “Gone Girl” gibi orijinal işlerin sayısı yok denecek kadar az. İçimiz dışımız Örümcek Adam, Avengers, James Bond, Hızlı ve Öfkeli, Star Wars, Toy Story bilmem ne oldu.


İkincisi; Netflix ve benzeri dijital platformların kapalı devre bir oligopol haline gelmiş olan Hollywood’u by-pass etmek için hem Hollywood ile hem kendi aralarında sert bir rekabete girmiş olmaları. Netflix, risksiz (ama sığ) işleri tercih eden Hollywood stüdyoları tarafından yapılmayacak bir sürü niş projeye alan açarak dizi ve sinema sektörüne yeni bir dinamizm kazandırdı. Kendi yerellerinden çıkan La Casa de Papel, Squid Game vb. işler dijital platformlar arasındaki rekabet sayesinde yayın fırsatı bulabiliyorlar.

Tercih ve özgürlük illüzyonu

Squid Game’de herkes kendi hür iradesi ve gönül rızasıyla oyuna geliyor (kelimenin her iki manasıyla). Marx’ın çözümlemesinin en temel yapıtaşlarından biri ücretli emeğin iki manada azade olmasıdır. Bir, işçiler emeklerini istedikleri kapitaliste satmakta [ya da satmamakta] özgürdürler fakat, iki, bunu yapmak zorundadırlar çünkü aynı zamanda işçiler üretim araçlarından da azadedirler. Yani ücretli emek, lisedeki “zorunlu seçmeli” dersler gibi, açık bir tercih değil sistemin bir dayatmasıdır. Fakat liberaller, Stalin ıslah etsin, bizim modern kölelik dediğimiz ücretli emeği “sonuçta kimse şartlarını beğenmediği bir işte çalışmak zorunda değil, silah zoruyla değil ya” retoriğiyle savunurlar hâlâ. Sene olmuş 2021…

Dizide yarışmacıların oyuna gelmesinin sebebi, işçi olmalarının üzerine, hepsinin boğazına kadar borç batağına saplanmış olmaları… Gerçekten de hızlı ekonomik büyüme Güney Kore’ye gelir ve servet dağılımı adaletsizliği, borçluluk, emlak krizi gibi tipik sorunları beraberinde getirdi. Güney Kore, yüzde 105’e varan hane halkı borcunun GSYH’ya oranında Asya kıtasının uzak ara birinci ülkesidir. Squid Game, bu şartlar altında yapılan tercihlerin birer illüzyondan ibaret olduğunu anlatıyor. Mesela oyunu sonlandırmak için oylama yapılırken bir kadın “Çıkınca ne değişecek? Dışarıda da yeterince eziyet çekiyoruz zaten” diyor. Yaşlı moruk dışarıdaki hayatın daha yıpratıcı olduğunu söylüyor. 322 numaralı oyuncu “Benim geri dönecek bir evim yok. Burada en azından bir şansım var” diyor.

Yükselme retoriği

Kapitalizm, başlarda, herkesin zengin olacağını vaat ediyordu. Olmadı, tabii ki… Sonra liberal ideolojiye yeni ayet geldi ve dendi ki “Çok çalışan herkes zengin olabilir.” Çok çalışan, misal, maden ve inşaat işçileri de zengin olamayınca bu sefer “çok ve akıllı çalışan herkes zengin olabilir” diye güncellendi. Yani çok ve akıllı çalışırsanız, hayata nerden başlarsanız başlayın serbest piyasa kapitalizminin sunduğu rekabet ortamı ve mülkiyet yasaları sayesinde siz de bir gün Şirinler’i görebilirsiniz. Amerikan rüyasının başarısı çoğu vatandaşını bu yükselme retoriğine, yani bir gün Bill Gates olabileceklerine, inandırmasıydı. Bu bir rüyaydı çünkü böylesi bir safsataya inanmak için uyuyor olmanız gerekirdi!!

İktisat tarihçisi Gregory Clark, “The Son Also Rises” kitabında İngiliz aristokrasisinin izini sürer. Clark, 1170 senesinden başlayarak bugün Norman, Baskerville, Percy, Talbot, Montgomery, Neville, Mandeville vb. az rastlanan aristokrat soy isimlerinin Smith, Brown, Taylor, Jones vb. sıradan soy isimlerine göre OxBridge üniversitelerinde 10 kat daha fazla rastlandığını ortaya koyuyor. Benzer bir çalışma 700 sene önce Floransa’da zengin olan, Bernardi gibi, ailelerin bugün hâlâ zengin olduklarını gösteriyor. Yani servet, eğitim ve sosyoekonomik statü sandığınızdan çok daha kalıcı. Sadece anne babanızın değil 1000 sene önceki atalarınızın durumu bile sizin bugünkü durumunuzu büyük ölçüde açıklıyor.

Güney Kore işte bu yükselme retoriğinin en kuvvetli olduğu ülkelerden biri. Güney Kore’de, Türkiye’de olduğu gibi, üniversite eğitimi toplumsal mobilitenin en önemli belirleyicisi. Fakat pek çok çalışma Güney Kore’de yukarı doğru toplumsal mobilitenin giderek azaldığını (yüzde 4), sınıf atlamanın giderek zorlaştığını ve gelir eşitsizliğinin giderek bozulduğunu gösteriyor. Bir kazanan-her-şeyi-alır oyunu olan Squid Game’de, toplumsal piramidin dibindeki 456 kişiden sadece biri yukarı çıkıp çok zengin olacak. Ama bunu yapmak için de ölümüne savaşması gerekecek. Yani kapitalizmde, çok düşük bir ihtimal de olsa, yükselmek “mümkün.” Esas soru bunun kaç kişiye ve ne pahasına nasip olduğu. İşte liberalizm, herkesi öldürerek Squid Game’i kazanıp zengin olacak veya Boğaziçi’ni bitirip dönem arkadaşlarını iş görüşmesinde eleyip McKinsey’de işe girecek o “bir” kişinin ideolojisi. Peki ya geriye kalanlar?

İşin diğer yarısı…

Dizi tercih illüzyonu ve yükselme retoriği eleştirilerinin yanı sıra SsangYong fabrikasındaki büyük grev, Seul Üniversitesi işletme fakültesine sınıf birincisi olarak giren bir finansçının türev piyasalarda milyarlarca zarar etmesi (finansal kriz), oyuncuların birbirlerine kırdırılması, kadın ve göçmenlerin oyunlarda dezavantajlı olması gibi birçok başka gönderme de yapıyor. Mesela 212 numaralı kadını yatakhaneden tuvalete salmadıkları sahnede güvenlikler “Belirtilen saatler dışında dışarı çıkmanıza izin verilmiyor” diyor, kadın da “İhtiyacımızı belirtilen saatlere göre mi ayarlayacağız” diye cevap veriyor. Evet, Fordist üretim biçiminde işçiler yemek, sigara, çay ve tuvalet ihtiyaçlarını “belirtilen” saatlere göre ayarlıyor.

Tabii ki hey şeyi metalaştıran kapitalizm antikapitalist eğlenceyi de metalaştırıyor. Dizi hem bunu anlatıyor hem de dizinin kendisi kapitalist bir meta olarak yayılıyor. Jeff Bezos bile diziyi izlemek için sabırsızlandığını söyledi; halbuki kendi tesislerinde çalışan işçileri izlese diziyi izlemesine gerek kalmaz. Dizide oyuncuların giydiği Vans marka beyaz kumaş ayakkabıların satışının yüzde 7800 oranında artması, HoYeon Jung’un artık bir Instagram fenomeni olması ve sosyal medyanın Squid Game virallerine boğulması dizinin kapitalizmi ustaca tasvir ettiği gerçeğini değiştirmez. Fakat hocamız Rick Wolff’un dediği gibi “Kapitalizmin kusurlarını ve başarısızlıklarını ustaca tasvir etmek işin yarısı. Kapitalizm sonrasını ustaca tasarlamak henüz yapılmamış olan diğer yarısı olmaya devam ediyor.”

Bu yarışmalarda borç batağına saplanmış işçileri değil süper zenginleri izleyeceğimiz güzel günlere…