Kırmızı ışıkta geçmek ya da Covid-19 aşısı

Doç. Dr. Ümit Kartoğlu

2009 H1N1 pandemisini anımsar mısınız bilmiyorum. (H1N1) pdm09 virüsü, pandemi sırasında dolaşımda olan H1N1 virüslerinden çok farklıydı. Salgın influenza virüsü olduğu halde yaşlıları değil, daha gençleri vurmuştu. H1N1 virüsüne karşı 60 yaşın üzerindeki insanların yaklaşık üçte biri, büyük olasılıkla da daha eski bir H1N1 virüsüne maruz kalmalarından dolayı bu virüse karşı antikorlara sahipti. Hızlı bir şekilde aşı üretilmiş olsa da birçok ülkede ikinci dalga gittikten sonra, kasım ayının sonlarına dek büyük miktarlarda mevcut değildi. Aralık ayında “H1N1 aşısı olacak mısınız?” sorusunu zamanın Başbakan'ı Erdoğan “Hayır, ailemi de aşılatmayacağım” diye yanıtlamış, kameralar karşısında aşı olan Sağlık Bakanı Dr. Akdağ ise sessizliğe bürünmüştü. Sağlık Bakanlığı’nın Covid salgınından çok daha başarılı yönettiği o salgında çoğu bilim insanının inanılmaz şekilde her şeyi eleştirmesinden en büyük yarayı H1N1 aşısı almıştı. Profesörler, politikacılar bilimsel doğruları göz ardı ederek gazetelerde ve televizyon kanallarında aşı düşmanlığı yapmışlardı.

RTE’nin talihsiz aşı reddi üzerine 25 Aralık 2009’da Bianet sitesinde H1N1 pandemi grip asışında basının rolü başlıklı bir yazı yazmıştım. H1N1 salgınından dünyanın ve Türkiye’nin ders çıkarmadığı açık. O nedenle, 2009’da yazdığım yazının özü günümüzdeki aşı tartışmalarını da yansıttığı için yazıyı güncelleyerek yeniden kaleme aldım.

Kırmızı ışıkta kim geçer?

Kimseye zorla aşı yapılmayacağı doğrudur ama ben bugün Covid aşısı olmayı reddetmeyi (kimden gelirse gelsin) kırmızı ışıkta geçmeye benzetiyorum.

Kırmızı ışıktan aracıyla iki tip insan geçer. Biri ehliyeti olanlar, yani kuralları bildiği halde geçenler, diğeri ehliyeti olmayan, bir şekilde direksiyonun arkasına oturmuş sürücüler (ehliyeti olmamak, kırmızı ışıkta geçilmeyeceğini bilmemekle eşdeğer değil ama, ehliyeti olmadığı için bunları kuralları bilmiyor varsayabiliriz). Kırmızı ışık aşı gibidir, yanarken karşı yönden geçen araçlar da virüs. Kırmızı ışıkta geçen herkes her zaman kaza yapmaz, ama çoğu da kazaya kurban gider. Yaşamlarını yitirir hatta başkalarının da yaşamlarını tehlikeye atar, ölümlerine neden olurlar. Kırmızı ışık yandığı halde bilerek geçmek kişisel bir seçimdir. Aşı olmayı reddetmek de öyle. Ama kırmızı ışıkta geçenler, ışığın altında dikilip kırmızı ışıkta duran araçları, “geçin geçin” diye kışkırttığında iş değişir.

Yalan propaganda

Bugün ya şan peşinde koşan ya da bu işten ticari çıkarı olan hekimler bilim karşıtı söylemlerini, yalanlarını, komplo teorilerini sorumsuzca yaymakta, gazetelerde, televizyonlarda boy göstermektedirler. İddia ettikleri hiçbir şeyi bilimsel dergilerde yayımlamamışlardır. Zaten iyi yönetilemeyen salgın ortamını daha da bulandırmaktan, insanları kararsızlığa itip aşı olmalarını engellemekten başka bir şeye yaramıyorlar. Oysa, salgının artık aşısızların pandemisi olduğunu biliyoruz. Hani diyorlar ya aşı olmayacağız, biz bu oyunda denek olmak istemiyoruz diye, aslında, aşısızların pandemisi gerçeğinde kontrol grubu olduklarından haberleri yok!

Biri, her çıktığı televizyon programında aşı karşıtı bir sitenin kes yapıştır yöntemiyle oluşturduğu Covid-19 aşısı nedeniyle olan ölümleri içeren bir tabloyu sanki Avrupa İlaç Ajansı EMA’ye aitmiş gibi göstermekte. İşin bilimsel gerçeği şu: Her aşı sonrası belirli süreler içinde olan tüm ölümler nedenlerinin araştırılması amacıyla ülkelerdeki sağlık bakanlıklarına bildirilir. Her bir ölüm, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün nedensellik algoritmasına göre incelenir. Yani, EMA sitesinde verilen rakamlar ölümlerin aşı nedeniyle olduğu anlamına gelmez, zaten bunu EMA da sayfasında şöyle belirtmiştir:

“Bu raporlar, bireylerde aşının kullanımını takiben gözlenen tıbbi olayları yani şüphelenilen yan etkileri içerir. Gerçekte, birinin tıbbi bir sorunu olduğunu ya da aşılamadan sonra öldüğünü ve mutlaka bunun aşıdan kaynaklandığı anlamına gelmez. Bu yan etkiler ya da ölüm aşı ile ilgisi olmayan mevcut sağlık sorunlarından kaynaklanmış olabilir.”

Aynı doktor aşıların aslında aday aşı olduklarını, çünkü 3. ve 4. faz çalışmalarının tamamlanmadığını söylüyor. Adı gibi biliyor ki, bu tip bildirimler aşı kullanıma girdikten sonra başlayan 4. faz döneminin en önemli etkinliğidir. Dördüncü faz aşı kullanımda olduğu sürece devam eder, tamamlanması diye bir kavram yoktur.

Bunu bile bile, inatla tüm bu bildirilen olayları sanki aşı ile nedenselliği ispatlanmış gibi sunmak ve insanları buna inandırmaya çalışmanın adı kötü niyetten başka bir şey olamaz. Profesyonel çalışma hayatım boyunca 7 yıl UNICEF, 18 yıl DSÖ’de görev yaptım. Savaş dahil, en zor coğrafyalarda çalıştım. Birçok ülkede, sorumlu ekip başı ya da üyesi olarak aşı sonrası bildirilen yan etki ve ölümlerin soruşturmasında görev aldım. Yalnız benim soruşturduğum değil, okuduğum yüzlerce raporda da 25 yıllık uluslararası deneyimimde aşıya bağlanan tek bir vaka görmedim.

Bir başkası, aşılardaki RNA’nın hücrelerimizdeki DNA’ya girerek değiştireceğini söylüyor. Bırakın tıp fakültesini, lise biyoloji bilgisidir RNA’nın DNA’ya girmeyeceği. Biri de pandeminin yalan olduğunu, onun için de aşı olmaya gerek olmadığını söylüyor. Diğeri, lafı sadece evladından, çocuğundan, bebeğinden nefret eden ebeveynlerin (mürekkep diye nitelendirdiği) Covid aşısı ile çocuklarının aşılanmasına izin vermeyeceğini söylemeye kadar getiriyor. Bir diğeri, tüm salgınları radyo frekans dalgaları ile açıklıyor, 1918 İspanyol gribini radyonun tanıtılmasına, 2003 SARS salgınını 3G’ye, H1N1 salgınını 4G’ye ve Covid pandemisini 5G’ye bağlıyor (Meraklısına not: Her ne kadar Guglielmo Marconi 1896’da radyoyu bulmuşsa da ilk radyo istasyonunun kurulması ve yayını Kasım1920’de gerçekleşmiş, yaygın kullanım ise 1930 yılını bulmuştur).

Özetle, bilim karşıtı bu söylemlerin trafik kurallarını bildikleri halde insanları kırmızı ışıkta geçmeye kışkırtmayla bir farkı yoktur.

Politik figürlerin neden olduğu halk sağlığı felaketleri ve basının rolü

Şimdi ortalık tıp fakültesini bitirmiş şarlatanlardan geçilmez oldu. Bu noktada konu, yazılı basın ve televizyonun inatla bu isimlere fırsat vermeleri, bunları da “ifade özgürlüğü” kapsamında savunmalarıdır. Dünyanın düz olduğunu söylemek bilim karşıtlığıdır, ifade özgürlüğü değil. Bilimsel verileri göz ardı ederek yapılan halk sağlığını tehlikeye atan söylemler de ifade özgürlüğü değildir.

Covid aşısına karşı bu tutumun benzeri, İngiltere’de kızamık, kızamıkçık, kabakulak (KKK) aşısının otizm ile ilişkisi, Fransa’da da Hepatit B aşısının multipl skleroz ile ilişkisi nedeniyle gelişmiştir. The Guardian yazarı Dr. Ben Goldacre, Kötü Bilim kitabında İngiltere’deki KKK-otizm ilişkisini dönemin Başbakanı Tony Blair ve basının birlikte neden olduğu en büyük halk sağlığı felaketi olarak görmektedir. Aralık 2001’de Blairlere çocukları Leo’ya KKK aşısı yaptırıp yaptırmadıkları sorulduğunda, Blairler soruyu özel yaşamın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle yanıtlamaktan kaçınmıştı. Bunu “demek ki aşı olmadı” diye yorumlayan basın, 10 yılı aşkın bir süre tartışmayı gündemde tutmuş, sonuçta küçük bebek Leo Blair, KKK aşısı-otizm ilişkini 12 kişilik bir olgu serisi ile Lancet’te yayımlayan Dr. Wakefield’den çok daha fazla basına çıkmıştı (Burada Wakefield’in bu tartışmalara neden olan yazısının basit, önemsiz ve yalnızca 12 klinik anekdota dayalı olduğunun altını çizmekte yarar var. Çünkü İngiltere’de aşılama oranı yüzde 97 olan KKK ile binde 2 oranında görülen otizmle aynı iki özelliğe sahip 12 çocuk bulmak hiç de zor olmayan, oldukça sıradan bir olaydır. Yazı 6 Şubat 2010’da Lancet tarafından geri çekilmiştir). Sonuçta, KKK-otizm tartışmasında bilimsel kanıtların basında yer almaması sanki bilimsel öneri göreceymiş gibi bir anlayışı toplumun her köşesine bulaşıcı bir hastalık gibi yaymıştı. Bilimsel veriler böyle bir ilişkinin olmadığını göstermişse de insanların kafasında kararlar gerçek uzmanların değil, aşı karşıtı politik ve ünlü kişilerin laflarıyla biçimlenmişti.

Basının inatla sürdürdüğü bu tartışma sırasında, İngiltere son 10 yılın en büyük kızamık ve kabakulak salgınını yaşadı. Eleştirildiklerindeyse, sıradan vatandaşın aşıya karşı tutum takınmasındaki kendi rolünü görmezden gelen basın, Lancet’teki ilk makaleyi yazan Dr. Wakefield’in üzerine çullandı.

Covid’le birlikte halk sağlığını tehlikeye atan yeni yalan rüzgârına karşı yaptırım haberleri aldığımız ülkelere sevinmekle mi kalacağız? Türkiye’de sıradan vatandaşı, “kırmızı ışıkta ben geçerim arkadaş” muhabbeti yapan doktorlar, profesörler ve bilimsel doğruları gözetmeden açıklama yapanlara sayfalarını açan basından ve televizyon kanallarından kim koruyacak?