Aslında AB ve AKP’nin çifte standart ve insanlık dışı göçmen/sığınmacı politikası, G20 toplantıları sırasında, G20 Zirvesi kapsamında 16 Kasım’da, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ile Erdoğan’ın yaptığı görüşmenin tutanakları yayınlanınca ahlaken iflas etmişti.

Özellikle muhafazakâr yurttaşları İslam tarihinin “ensar” kavramı üzerinden politikalarına destek olmaya çağıran iktidarın ahlaki düşkünlüğü -bir kez daha- ortaya saçılmıştı.

İnkar edilmeyen tutanaklara göre Erdoğan, “Biz istediğimiz zaman Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarını açıp, göçmenleri otobüse bindirip gönderebiliriz” demiş. Pek bozulan evropalılar ise, “Lütfen İlerleme Raporu’nu -isteğiniz üzerine- seçim sonrasına ertelediğimizi unutmayın. Bu yüzden eleştirildik de. Para konusunda daha fazla oynama yapamayız. Bir an önce rakamı açıklığa kavuşturmamız lazım.15 gün içerisinde bir çözüme ulaşmalıyız… Çok çalışıyoruz ve sizi Brüksel’de bir prens gibi ağırladık” demişlerdi. “Ensar” kavramı üzerinden değerlendirecek yurttaşlarımız bir an için, Medinelilerin, zulümden kaçan Mekkelileri “misafir” etmek için, Mekkeli “müşriklerden” para istediklerini düşünsünler!
kirmizi-pasaportlar-135037-1.
İflas etmiş “stratejik derinliğin” sorumluluğunu, sürekli olarak “dışardaki bazı güçler” üzerine yıkmaya çalışan AKP, mülteci sorunuyla karşı karşıyayken son kertede bu dış güçlerden yardım dilenir, giderek şantaj yapar hale geldi.

Şansölye Angela Merkel tam da bu pazarlıklar sırasında Nizip kampını ziyarete geldi. Oysa resmi rakamlara göre yaklaşık 3 milyon sığınmacıdan ancak 267.837 kişi bu kamplarda kalıyor. Okula gidemeyen 500 binden fazla çocuk, hayallerinden vazgeçip atölyelerde, fabrikalarda çalışıyor.

Eğer Merkel Suriyelileri görmek, hayatlarına tanık olma arzusunda ise İstanbul’da dilenen, egzozla ısınan, Antakya’da cinsel istismara uğrayan ve satılan Suriyeli çocuklara bakmalıydı. Aslında bakmasına da gerek yok! Almanya gibi bir ülkenin Türkiye’de olan biteni bizden daha iyi bildiğini İstanbul’daki canlı bomba saldırısını önceden haber vermesinden anlayabiliriz. Aslında O’nun da bu kirli pazarlığın en mahir tüccarlarından olduğu açık.

İşte bu “pazarlıklar” nereye ve nasıl harcanacağı belli olmayan “6 milyar Avro ve vize muafiyeti”ne bağlandı. Sadece para ve vize muafiyeti değil, zaten asgari koşulları karşılayan bir demokraside olması gereken 72 koşul öne sürdü evropalılar. Koşulların çoğu göstermelik bir şekilde yerine getirilmiş gibi yapıldı. Evropalılar da kanmış gibi yaptı. Nihayet AB Komisyonu üyelerine, “Türk vatandaşlarına vize serbestisi verilmesi tavsiyesinde bulundu. Hükümet ve birçok kişi bunu “Türk diplomasi tarihinin en büyük zaferlerinden biri” olarak değerlendirdi. Gerçi bu zafer sarhoşluğu arasında iki açıklama kaynadı. AP Türkiye Raportörü Kati Piri: “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Temmuz ayında Schengen bölgesinde vize serbestisi verilmesinin düşük bir ihtimal” dedi. Liberal-Demokrat Grup Başkanı ise: “Türkiye demokratikleşme sorununu çözmediği sürece AP vize serbestisi kararını onaylamayacaktır. Kendimizi Sultan Erdoğan’a bağımlı hale getirdik. Bu, bizim Avrupa değerlerimize uzak bir tutum. Türkiye’den mülteci krizini çözmek için yardım istemekten vazgeçmeliyiz” diye açıklama yaptılar.

Kemal Derviş’in “15 günde 15 yasa”sına rahmet okutan bir tempoda çalıştı TBMM. O süreci yerden yere vuran AKPliler, “72 koşulu” eleştirmek bir yana, performanslarından gurur duydular. Ama hepimiz biliyoruz ki asıl pazarlık ne Türkiye’nin demokratikleşmesi, ne AB üyeliği, ne 72 koşul, ne de sığınmacıların geleceği… Evropalıların derdi kendi belirledikleri dışında kalan göçmenlerin topraklarından uzak tutulması, iktidarın derdi ise AB’den ne koparabilirse! Para, vizesiz giriş, raporun ertelenmesi, prens gibi ağırlanma, komedyen Jan Böhmermann gibilerden hesap sorulması vs.

Oysa başka rakamlar da var: BM, 2014 yılından bu yana 9.000’e yakın sığınmacının hayatını kaybettiğini ya da kaybolduğunu açıklıyor. Şimdi sayısal hesaplarla pazarlık masasına oturanlara şunu söyleyebiliriz; içiniz rahat olsun yaptığınız kirli politikalar sonucu hesabınızdan 9.000 insanı çıkarabilirsiniz.

Şimdi bu “Tüccar Ensarlar”, 23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul’da, Dünya İnsani Zirvesi’ni gerçekleştirecekmiş.

Web sitelerindeki açıklamaya göre zirvenin amacı şuymuş:

“… bu şartlar çerçevesinde, ilgili tüm paydaşların katkılarıyla mevcut küresel insani sistemin karşılaştığı sınamalara yönelik çözüm önerileri geliştirilmesini, ayrıca insani yardım çabalarının geleceğine ilişkin bir gündem oluşturulmasını amaçlamaktadır.

Utanmadan, dünyanın en büyük ve sofistike savaş makinası olan NATO’yu, sığınmacıların derme çatma botlarını batıran FRONTEXi’i yoksul Suriyelilerin üzerine salanlar, şimdi insanlık konuşacakmış! İnsanlığınız batsın!

Pek başarılı -ama nedense başbakanı başarısız olduğu için azledilen- hükümetimiz sayesinde artık AB ülkelerinin vize istemeyeceğini söylüyorlar. Bunu büyük bir başarı olarak pazarlıyorlar.

Eskiden diplomatik pasaportlar kırmızıydı ve vize gerektirmezdi. Artık pasaportlarımıza rengini veren kırmızı boya değil. Kilis’te, Ankara’da, İstanbul’da yaşamını yitiren yurttaşlarımızın, Aylan bebeğin, Irak’ta, Suriye’de bombalarla parçalanan insanların kanı.