Bu yıl şubat ayının sonlarına doğru bir sabah iş yerindeki tüm futbolperestler, hafta sonu Guti’nin Deportivo deplasmanındaki gol

Bu yıl şubat ayının sonlarına doğru bir sabah iş yerindeki tüm futbolperestler, hafta sonu Guti’nin Deportivo deplasmanındaki gol pasından söz ediyordu. Öyle ballandırıyorlardı ki kaçırdığım bu pası görebilmek için internet gezginin arama çubuğuna iki sözcük yazıp aradım: “Guti +asist”. Gelen ilk video, Kaka’nın pasıyla ceza alanına giren Guti’nin kaleciyle karşı karşıya olduğu halde topu arkasından gelen ve hedefi açık hava sinema perdesi kadar kusursuz gören Benzema’ya harika bir topuk pası çıkarttığını gösteriyordu. Benzema penaltı noktası üzerinden golü “yazdıktan” sonra, sanki golü atan Guti’ymiş gibi onun sevincini paylaşmaya koşuyordu. O video karşısında şöyle düşünmüştüm, şu hareketi yapan adam bir futbol azizidir, azizim.
İşte o aziz, yaklaşık 5 ay sonra İnönü çimlerinde arzı endam etti. İnanmakla inanamamak arasında gidip gelirken, hazretin kartal pozu verdiği sırada, arkasında üzeri kapatılmış reklam panolarının önündeki kırmızı plastik kova beni kendime getirdi. Evet, olay gerçekti! Daha önce de “yıldız” kategorisinde pek çok topçu gelip gitmişti buralara; ama o topuk pasıyla gönlümde aziz mertebesine yükselen bu adamın gelişi mümkünsüzmüş gibiydi sanki. Allah razı olsun o kırmızı plastik kovadan. Beni anında gerçekliğime döndürdü. Öyle bir gerçeklik ki bu, o kırmızı plastik kova aslında benim. Hem oraya ait değil hem de orada. İstiklal Marşı’yla açılan bir törene imza atan tertip komitesi oraya aitse ben değilim, elbette. Trilyonları topçulara dağıtıp, kulübün sittin senesini felç eden yönetim oraya aitse ben değilim, elbette. Ama işte yine de oradayım. Çamurlu paspaslarını içime daldırsınlar, bir güzel aklasınlar diye oradayım sanki. “Yeter!” nidaları “Yetmez!”e döndüğünde içimden geçerek eko kazansın diye mi oradayım acaba?
Söz sahibi olamadığımız bir arenada bir güzel oyun müptelası olmanın acısını duyuyoruz. Endüstriyel durumların taraftara biçtiği rol tam da böyle bir şey: seyretmek. Tıpkı kırmızı plastik kova gibi. Şunu söylemek gerekiyor: Guti, Deportivo maçındaki tanrının topuğu hatırına getirilmedi Beşiktaş’a. “Yıldız” beklentisindeki camiaya bir sus payı olsun diye getirildi. Ayrıca bonservisi elinde diye getirildi. Fena mı oldu? Hayır, iyi de oldu. Necip’ten yeni bir Guti yaratma olasılığı doğdu örneğin. Quaresma’nın gelmesi kötü mü? Değil elbette. Hagi’den beri görmediğimiz güzel oyun varyetelerini görme şansı bulacağız ve bu en az şampiyonluk kadar keyif vericidir. Ama Guti’yi ya da Quaresma’yı getirenlerin zihniyeti, güzel oyundan çok popülist ve koltuk sağlamlaştırma harekatından ivme alıyor. Bunu iyi görmek lazım. Dün “Yeter!” diyenlerin bugün “Yetmez!” derken neyin yetmeyeceğini iyi hesaplamaları gerekiyor.
Bu gidişle İnönü semalarında “yetmeyecek” olan daha çok İstiklal Marşı üzerinden daha şoven bir grubun kutu diye tabir edilen kapalı tribünün üst ortasını ele geçirmek için daha çok saldıracak olmasıdır. Beşiktaş’a ait olduğu düşünülen değerlerin her geçen gün biraz daha eriyerek yok olmasıdır. Artık bir şirket olan Beşiktaş’ın her an iflas bayrağını çekmeye bir adım daha yaklaşmasıdır. A2’de ter damlatan nice genç umudun giderek kararması, giderek yok olmasıdır. Her sezon başı mutlak şampiyonluk doktriniyle başlayıp sezon sonunu sinkaflarla getirmek demektir. İpotek konulan Avrupa kupalarında yine başaltı takımlara boyun eğip elenmek demektir.
Zapatistaların “Ya basta!” sloganı gibi “Yeter!” demeyi sürdürmek gerekiyor. Türkiye’ye “yıldız” futbolcular gelebilir ve gelmelidirler de. Ancak her sezon başı dağıtılıp yeniden toparlanan takım tertiplerine “Yeter!” demek gerekiyor. Hafta hafta, sezon sezon düşünebilme yetisiyle malul yöneticilere “Yeter!” demek gerekiyor.
Ya da “ben bir kırmızı plastik kovayım, sen doldur ben boşaltayım” şiarıyla “şan-şöhret-duruş-değer” edebiyatına son vermek en iyisi olacaktır.