İsterseniz geçen Perşembe kaldığımız yerden devam edelim.

İsterseniz geçen Perşembe kaldığımız yerden devam edelim. Perşembe günü kaldığımız yer Antalya, kafamıza taktığımız konu sosyal sorumluluk idi hatırlarsanız. Şimdi zamanda ve mekânda küçük kayma ile bir başka yere konuk olalım. Efendim New York’un aşağı Manhattan semtindeyiz. Kafamızı kaldırıyoruz ve gökyüzünü arıyoruz. Gökdelenlerin arasında iki parça bulut görme hevesindeyiz. Sersem sefil dolaşırken Zucotti parka giriyoruz. Nam-ı diğer Liberty Plaza Park. Eski Amerikan Çelik’in binasının adıyla anılmış bu park. Bina namına yaraşır bir gök delen. Şu an Brookfield Emlak’ın malı. Siz tam burada “hey allaaam! zenginin malı züğürdün çenesini yorar” diye bir “la havle” çektiniz sanırım. Hah işte tam bunu peşindeyiz. Kim mi? Ben ve bu parkta yatıp kalmakta olanlar. Züğürt çenemiz zenginin malından konuşmakta. Zira tam etrafı çeviren gökdelenlerde ikamet etmekte ve bize tam manasıyla tepeden bakıp şampanya içmekte olanlar, insanlığın kanı canı pahasına zenginleşen %1. onlar zaten el koymakta oldukları emeğimizle yetinmeyip daha sömürülebilecek ne var diye bakmaktalar insana ve doğaya. İşinizi, sağlığınızı, eğitiminizi geleceğinizi, toprağınızı, ormanınızı, evinizi ve hatta sofranızdaki yiyeceğinizi çalmakta, çalınanları har vurup harman savurmakta bir an bile tereddüt göstermemekteler. Bize su bile yok onlara bakarsanız. Biz kelimenin her manasıyla aşağıdakiler ve dahi az yukardan düşerek aramıza katılmakta olanlar, şimdi kırmızı tişörtlü ve sakallı bir adamın etrafında toplanmış onu dinlemekteyiz. Duyamayanlar duysun diye, duyanlar kırmızı tişörtlünün her söylediğini yüksek sesle tekrar etmekte. Zira kendi sözlerini oturma odalarımıza kadar televizyon radyo ve gazetelerinden çıkardıkları anlamsız gürültüleriyle ulaştıranlar megafon kullanmamızı yasaklamış orada. Sesimizi duyurmanın tek yolu hep birlikte bağırmak. Sakallı adam da sosyal sorumluluğa takmış bakın: “Starbuck’s kapuçino’ya” diyor.(ödediğiniz paranın) “%1’i dünyanın açlık çeken çocuklarına gidiyor” bir tören gibi tekrarlıyoruz: “açlık çeken çocuklarına gidiyor. İş ve işkenceyi taşeronlaştırmamızın ardından bunu yapmak kendimizi iyi hissetmemiz için yeterli. ”.(Tam burada sosyal sorumluluk bağlantısı devreye giriyor ve aslında biz tam bu noktada Antalya’dan, Manhattan’a matrixleniyoruz. Ek bilgi olarak vereyim; Efendim zaten bu Starbucks’a 5 dolar bağış yaparsanız bu bağışı Amerika’da iş yaratmak için çalışan organizasyona verecekmiş. Ben de çok duygulandım evet! Fakat Starbucks iki sene önce 6000 kişiyi bir anda işten atmamış mıydı? Hımm! Atılacak zaman var Amerika için İş yaratılacak zaman var! Kırmızı tişörtlü devam ediyor:“Hatta evlilik ve aşk bile şu an evlilik ajanslarına taşerona veriliyor.”tekrarlıyoruz “…..taşerona veriliyor” “kendinize aşık olmayın!” tekrarlıyoruz “…olmayın!” “Kapitalizm ve demokrasinin evliliği sona erdi!” tekrarlıyoruz: “sona erdi”. Sonra Roma’dan, Tokyo’dan, Kahire’den Tahrir’den ve 1497 başka kentinden dünyanın sesimize ses geliyor. Bu memleketten bu hususta pek ses çıkmadığına bakmayın. “ABD’nin ve Avrupa’nın meydanlarından ses çıkmaz” diye kuvvetle inandığımız günleri hatırlayın. O içinde aktığımıza inandığımız uçsuz bucaksız nehir, büyük gelenek 1600’lerin başında Lordlar Kamarası’nı havaya uçurmak isterken yakalanmış, işkenceyle öldürülmüş ve cesedinin her bir parçası krallığın dört bir yanına dağıtılmış bir garip kişiyi hatırlamayı becermiştir. İhtiyaç duyduğu anda, bugün tarihin derinliklerinden bir parlama olarak çekip çıkardığı Guy Fawkes’i o meydanlarda dolaştırmaktadır. Rivayet o ki, bugüne dek parlamentoya dürüst niyetlerle giren yegâne kişi o dur. Yine rivayet o ki merhumun ruhu Birleşik Krallığın dört bir yanından Tahrir’e, oradan Manhattan’a okyanus aşarak ulaşıp, tepedekilerin koltuklarının aniden sallamaktadır. İnşaat şirketlerinin reklam meraklısı patronlarının ekranlarımızda belirme sıklığına bakarak kendisinin memleketimiz semalarında belirme zamanın çok da uzakta olmadığını söyleyebiliriz. Memleketimizin kibirli “seçilmiş”lerinin koltuklarına bu nebze küstahlıkla ve konfor içerisinde oturmuş olmaları, bu küstahlık ve konforlarının sonsuza dek süreceği anlamına gelmiyor velhasıl.