Türkiye'de büyükşehirlerin yönetimi üzerine yapılan reformlar üç dönemde değerlendirilir: 1984 tarihli 3030 sayılı Kanun; 2004’de çıkarılarak öncekini yürürlükten kaldıran ve il sınırlarını büyükşehir belediyesi sınırı haline getiren 5216 sayılı Kanun; ve son olarak 2012’de çıkarılan 6360 sayılı Kanun. Bu sonuncusu ile büyükşehir belediyesi sayısı 30'a yükselmiş; büyükşehir sınırları içerisinde yer alan belde ve köylerin tüzel kişilikleri ortadan kaldırılmış; köyler mahalleye dönüştürülmüş ve ortak malları da büyükşehir belediyelerine devredilmişti. Böylece bu süreç yalnızca tarımın çökertilmesini sağlamamış, bu doğrultuda, kırsalın demografisini, kültürünü, üretim ve yaşam biçimlerini de dönüştürmüştür.

Bu yazıda amacım 6360 sayılı kanun ışığında, geçtiğimiz hafta tarım gündemine hızla giren “kırsal mahalle” konusu üzerine tartışmak. Ali Ekber Yıldırım, geçen haftaki yazısında 16 Ekim 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7254 Sayılı Kanun”na dikkat çekiyordu. Buna göre mahalleye dönüşen köy ve beldelerin, “sosyo-ekonomik durumu, şehir merkezine uzaklığı, belediye hizmetlerine erişebilirliği, mevcut yapılaşma durumu ve benzeri hususlar dikkate alınarak, ilgili ilçe belediye meclisinin kararı ve teklifi üzerine büyükşehir belediye meclisinin en geç 90 gün içinde alacağı karar ile kırsal yerleşim özelliği taşıdığı tespit edilen mahalleler, kırsal mahalle” kabul edilebilirken; tamamı kırsal mahalle kabul edilmese bile on bin metrekareden az olmamak kaydıyla “kırsal yerleşik alan” olarak belirlenebiliyor.

Değişiklik ile kırsal mahallelerde, emlak vergisi muafiyetleri ve indirimleri ile imar harcı ve su indirimi yapılmasının sürdürülmesi öneriliyor. Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, köylerin mahalleye dönüşmesinin, tarıma zarar verdiğini; değişiklik ile tarımsal faaliyetin düzenli sürdürülebilmesini sağlamayı amaçladığını söylüyor. Fakat tek başına bunların, büyükşehir yasasının tarıma verdiği zararı onarıp, tarımı sürdürülebilir kılması tek kelimeyle imkansız görünüyor.

Öncelikle “kırsal mahalle” karar süreçlerinin büyükşehir belediyelerine bağlanması, değerlendirmenin adil olacağına dair şüpheler ortaya çıkarıyor. Nitekim, köyleri mahalle yapan büyükşehir yasasının demokrasi bağlamında da kırsal alanlara oldukça hasar verdiği biliniyor. Köyün mal varlığının büyükşehir belediyesine geçmesi örneğin, köylünün kendi müştereğinde söz sahibi olmasını, onun üzerindeki tasarrufunun engellenmesine neden oldu. Dolayısıyla, kırı, kır politikası yerine, başlı başına bir sorun olan kent politikasına tabi kılmak, bugün tarımın krize girmesini, verimli toprakların amaç dışı kullanımını, orman ve meraların ranta açılmasını artıran bir etki meydana getirdi. Bu değişiklik, bu sorunlara çözüm olamadığı gibi, köyler arasındaki eşitsizlikleri de derinleştirebilecektir.

6360 sayılı Kanun’un tarıma verdiği zararın nasıl onarılacağı önerisi kuşkusuz tarımın nasıl tarif edildiği ile ilgilidir. Bu anlamda bakanlığın, tarımı bir toplumsal ilişki, bir yaşam biçimi olarak görmediğini, daha ziyade yalnızca bir ticari faaliyet olarak gördüğünü gösterir. Tarıma verilen zarar onarılmak isteniyorsa, her şeyden önce tarımın, emlak, imar ve su vergisinden daha fazlası olduğunu görebilmek gerekir. Tarımı, bir toplumsal üretim süreci olarak görebilmek; kırsal yaşam biçimlerini, köylülüğü de buradan hareketle sürdürülebilir kılmak gerekir. Kırsal alanın önemli bir kısmının kentleşmesini; belde ve köylerde yaşayan, tarım ile geçinenlerin su, mera, toprak gibi doğal varlıklara erişiminin kısıtlanmasını; üretimin büyük tesislere ve işletmelere hapsedilmesini, tekelleşmeyi; yaşam pratikleri ve üretim biçimlerinin dönüştürülmesini zarar olarak görebilmek gerekir. Tüm bu zararlarda önemli ölçüde payı olan bir hükümetin temsilcisi olarak bakanlığın, “kırsal mahalle” önerisinin tarımı onarması ise mümkün değildir.