Kamu çökmek üzere. Böyle devam ederse bu çöküş, bu çöküşü hızlandıran herkesi altına alacak dehşetli bir çöküş olacak.

Artık neredeyse bir toplum gibi değil bir “yığın” gibi yaşıyoruz. Ölümlerin bile birleştiremediği bir toplumun, cenazede bile bir araya gelemeyen bir toplumun, sevinçlerde bir araya gelmesi olası değil. Üzüldüğün halde, ölümler yalnızca gideni ve çevresini değil seni, beni de yaktığı halde çektiğin acının bile sorgulanıyor olması dehşet verici bir durum. Cenazesinde bir araya gelemeyen toplumları hiçbir güç bir arada tutamaz oysa. Ali İsmail’i öldüren tekmeye duyulan öfkeyle, Reina baskınında öldürülen çocuk yaştaki polise duyulan acının bir araya gelmesidir “birlik beraberlik” dediğiniz şey.

“Milli birlik ve beraberlik” nutukları boş bir uzun hava gibi dalgalanıyor kulaklarda. “Vatandaşlarımız normal hayatlarına...” diye devam eden çağrılar anlamsızlığın dip noktasına eriyor. Çünkü insanlar devletlü büyüklerimizin devam etmesini istediği “normal bir hayatın” ne olduğunu unutmuş durumdalar. Oysa normal bir hayat benim tesadüf eseri ölmemem değildir. Normal bir hayat bir “devlet büyüğünün” halkın arasında korumaları olmadan dolaşabilmesidir. O nedenle o nutukları duydukça içimden “Kolaysa ‘devlet büyüklerimiz’ normal hayatlarına devam etsinler hadi” diyebiliyorum sadece.

Sosyal medya paylaşımlarına baktığımızda bu toplumu bir arada tuttuğunu sandığımız ortak değerlerin aslında yalnızca kafamızın içindeki “tahayyül”lerden ibaret olduğunu dehşetle gördük. Bazı insanların ölümüne sevinenlerin, diğer bazı insanların ölümüne üzülmelerindeki sahtelik doldu her yanımız. Ankara Garı patlamasında ölenlere sevinenlerin taşlaşmış yürekleriyle, İzmir Adliyesi önünde öldürülen o trafik polisine ne kadar yanabileceğini inanın anlayamıyorum ben.

“İzmir’de bombalar neden patlamıyor?” gibi alçak bir sorunun muhatabı için insanlığa, canlılığa, insani değerlere hakaretten tek bir soruşturma açılmıyor. Toplum bombalarla ve katliamlarla değil, insanların ölülerini bile ayrıştıran, ölümüne, mekanına, ölüm şekline göre yargılayan bu en büyük terör örgütü tarafından hızla ayrıştırılıp çözülüyor.

Herkes, büyük bir telaşla, bu toplumu bir arada tutabileceğine inandığı değerleri ortaya saçıyor. İslami referanslar, milliyetçi iddialar, sosyalist eşitlikçi söylemler, ilk kurucu değerlere dönüşü öneren sosyal demokrat idealar... Bunların hepsi bir çorba şeklinde toplumu oluşturan herkesin kafasının içinde uçuşup duruyor. Bilinçli ve kademeli olarak değersizleştirilmeye çalışılan parlamenter siyasal sistem, iktidar partisi nedeniyle çözüm odağı olmaktan çıkmış durumda. İktidar partisi daha fazla gücün, daha fazla iktidarın, daha fazla zor’un toplumu bir arada tutabileceğini sanıyor. Oysa otoriterliğin toplumları bir arada tutamayacağını tarih defalarca göstermiş olmalıydı. Sürekli “biz” demekle birliğin sağlanmayacağı kadar büyük bir gerçekliktir bu. O “biz”in içini doldurmadıkça; kendi çizdiğin “biz”in dışındaki herkesten nefret edip bunu açıkça gösterdikçe söylenenler laf kalabalığından öteye gitmeyecektir ve gitmemektedir de.

Kamu çökmek üzere. Ve katliamlarla çökmüyor bu kamu, çökmez de. Toplumu bir arada tutan değerleri gün be gün yok eden ve onu inancına, yaşam tarzına, ideolojisine, kökenine göre ayrıştıran ve bunu siyaset sayanlar nedeniyle çöküyor. Sokakta verilen sıcak bir selam, soğuk bir kış gecesi “koy çayı geliyoruz” sözü, bir gelinin kınası, bir çocuğa verilen bayram harçlığı, bir Laz fıkrası ve kirvelik çöküyor.Kamu çökmek üzere. Böyle devam ederse bu çöküş, bu çöküşü hızlandıran herkesi altına alacak dehşetli bir çöküş olacak.

Artık neredeyse bir toplum gibi değil bir “yığın” gibi yaşıyoruz. Ölümlerin bile birleştiremediği bir toplumun, cenazede bile bir araya gelemeyen bir toplumun, sevinçlerde bir araya gelmesi olası değil. Üzüldüğün halde, ölümler yalnızca gideni ve çevresini değil seni, beni de yaktığı halde çektiğin acının bile sorgulanıyor olması dehşet verici bir durum. Cenazesinde bir araya gelemeyen toplumları hiçbir güç bir arada tutamaz oysa. Ali İsmail’i öldüren tekmeye duyulan öfkeyle, Reina baskınında öldürülen çocuk yaştaki polise duyulan acının bir araya gelmesidir “birlik beraberlik” dediğiniz şey.

“Milli birlik ve beraberlik” nutukları boş bir uzun hava gibi dalgalanıyor kulaklarda. “Vatandaşlarımız normal hayatlarına...” diye devam eden çağrılar anlamsızlığın dip noktasına eriyor. Çünkü insanlar devletlü büyüklerimizin devam etmesini istediği “normal bir hayatın” ne olduğunu unutmuş durumdalar. Oysa normal bir hayat benim tesadüf eseri ölmemem değildir. Normal bir hayat bir “devlet büyüğünün” halkın arasında korumaları olmadan dolaşabilmesidir. O nedenle o nutukları duydukça içimden “Kolaysa ‘devlet büyüklerimiz’ normal hayatlarına devam etsinler hadi” diyebiliyorum sadece.

Sosyal medya paylaşımlarına baktığımızda bu toplumu bir arada tuttuğunu sandığımız ortak değerlerin aslında yalnızca kafamızın içindeki “tahayyül”lerden ibaret olduğunu dehşetle gördük. Bazı insanların ölümüne sevinenlerin, diğer bazı insanların ölümüne üzülmelerindeki sahtelik doldu her yanımız. Ankara Garı patlamasında ölenlere sevinenlerin taşlaşmış yürekleriyle, İzmir Adliyesi önünde öldürülen o trafik polisine ne kadar yanabileceğini inanın anlayamıyorum ben.

“İzmir’de bombalar neden patlamıyor?” gibi alçak bir sorunun muhatabı için insanlığa, canlılığa, insani değerlere hakaretten tek bir soruşturma açılmıyor. Toplum bombalarla ve katliamlarla değil, insanların ölülerini bile ayrıştıran, ölümüne, mekanına, ölüm şekline göre yargılayan bu en büyük terör örgütü tarafından hızla ayrıştırılıp çözülüyor.

Sokakta verilen sıcak bir selam, soğuk bir kış gecesi “koy çayı geliyoruz” sözü, bir gelinin kınası, bir çocuğa verilen bayram harçlığı, bir Laz fıkrası ve kirvelik çöküyor.

Herkes, büyük bir telaşla, bu toplumu bir arada tutabileceğine inandığı değerleri ortaya saçıyor. İslami referanslar, milliyetçi iddialar, sosyalist eşitlikçi söylemler, ilk kurucu değerlere dönüşü öneren sosyal demokrat idealar... Bunların hepsi bir çorba şeklinde toplumu oluşturan herkesin kafasının içinde uçuşup duruyor. Bilinçli ve kademeli olarak değersizleştirilmeye çalışılan parlamenter siyasal sistem, iktidar partisi nedeniyle çözüm odağı olmaktan çıkmış durumda. İktidar partisi daha fazla gücün, daha fazla iktidarın, daha fazla zor’un toplumu bir arada tutabileceğini sanıyor. Oysa otoriterliğin toplumları bir arada tutamayacağını tarih defalarca göstermiş olmalıydı. Sürekli “biz” demekle birliğin sağlanmayacağı kadar büyük bir gerçekliktir bu. O “biz”in içini doldurmadıkça; kendi çizdiğin “biz”in dışındaki herkesten nefret edip bunu açıkça gösterdikçe söylenenler laf kalabalığından öteye gitmeyecektir ve gitmemektedir de.

Kamu çökmek üzere. Ve katliamlarla çökmüyor bu kamu, çökmez de. Toplumu bir arada tutan değerleri gün be gün yok eden ve onu inancına, yaşam tarzına, ideolojisine, kökenine göre ayrıştıran ve bunu siyaset sayanlar nedeniyle çöküyor. Sokakta verilen sıcak bir selam, soğuk bir kış gecesi “koy çayı geliyoruz” sözü, bir gelinin kınası, bir çocuğa verilen bayram harçlığı, bir Laz fıkrası ve kirvelik çöküyor.Kamu çökmek üzere. Böyle devam ederse bu çöküş, bu çöküşü hızlandıran herkesi altına alacak dehşetli bir çöküş olacak.

Artık neredeyse bir toplum gibi değil bir “yığın” gibi yaşıyoruz. Ölümlerin bile birleştiremediği bir toplumun, cenazede bile bir araya gelemeyen bir toplumun, sevinçlerde bir araya gelmesi olası değil. Üzüldüğün halde, ölümler yalnızca gideni ve çevresini değil seni, beni de yaktığı halde çektiğin acının bile sorgulanıyor olması dehşet verici bir durum. Cenazesinde bir araya gelemeyen toplumları hiçbir güç bir arada tutamaz oysa. Ali İsmail’i öldüren tekmeye duyulan öfkeyle, Reina baskınında öldürülen çocuk yaştaki polise duyulan acının bir araya gelmesidir “birlik beraberlik” dediğiniz şey.

“Milli birlik ve beraberlik” nutukları boş bir uzun hava gibi dalgalanıyor kulaklarda. “Vatandaşlarımız normal hayatlarına...” diye devam eden çağrılar anlamsızlığın dip noktasına eriyor. Çünkü insanlar devletlü büyüklerimizin devam etmesini istediği “normal bir hayatın” ne olduğunu unutmuş durumdalar. Oysa normal bir hayat benim tesadüf eseri ölmemem değildir. Normal bir hayat bir “devlet büyüğünün” halkın arasında korumaları olmadan dolaşabilmesidir. O nedenle o nutukları duydukça içimden “Kolaysa ‘devlet büyüklerimiz’ normal hayatlarına devam etsinler hadi” diyebiliyorum sadece.

Sosyal medya paylaşımlarına baktığımızda bu toplumu bir arada tuttuğunu sandığımız ortak değerlerin aslında yalnızca kafamızın içindeki “tahayyül”lerden ibaret olduğunu dehşetle gördük. Bazı insanların ölümüne sevinenlerin, diğer bazı insanların ölümüne üzülmelerindeki sahtelik doldu her yanımız. Ankara Garı patlamasında ölenlere sevinenlerin taşlaşmış yürekleriyle, İzmir Adliyesi önünde öldürülen o trafik polisine ne kadar yanabileceğini inanın anlayamıyorum ben.

“İzmir’de bombalar neden patlamıyor?” gibi alçak bir sorunun muhatabı için insanlığa, canlılığa, insani değerlere hakaretten tek bir soruşturma açılmıyor. Toplum bombalarla ve katliamlarla değil, insanların ölülerini bile ayrıştıran, ölümüne, mekanına, ölüm şekline göre yargılayan bu en büyük terör örgütü tarafından hızla ayrıştırılıp çözülüyor.

Herkes, büyük bir telaşla, bu toplumu bir arada tutabileceğine inandığı değerleri ortaya saçıyor. İslami referanslar, milliyetçi iddialar, sosyalist eşitlikçi söylemler, ilk kurucu değerlere dönüşü öneren sosyal demokrat idealar... Bunların hepsi bir çorba şeklinde toplumu oluşturan herkesin kafasının içinde uçuşup duruyor. Bilinçli ve kademeli olarak değersizleştirilmeye çalışılan parlamenter siyasal sistem, iktidar partisi nedeniyle çözüm odağı olmaktan çıkmış durumda. İktidar partisi daha fazla gücün, daha fazla iktidarın, daha fazla zor’un toplumu bir arada tutabileceğini sanıyor. Oysa otoriterliğin toplumları bir arada tutamayacağını tarih defalarca göstermiş olmalıydı. Sürekli “biz” demekle birliğin sağlanmayacağı kadar büyük bir gerçekliktir bu. O “biz”in içini doldurmadıkça; kendi çizdiğin “biz”in dışındaki herkesten nefret edip bunu açıkça gösterdikçe söylenenler laf kalabalığından öteye gitmeyecektir ve gitmemektedir de.

Kamu çökmek üzere. Ve katliamlarla çökmüyor bu kamu, çökmez de. Toplumu bir arada tutan değerleri gün be gün yok eden ve onu inancına, yaşam tarzına, ideolojisine, kökenine göre ayrıştıran ve bunu siyaset sayanlar nedeniyle çöküyor. Sokakta verilen sıcak bir selam, soğuk bir kış gecesi “koy çayı geliyoruz” sözü, bir gelinin kınası, bir çocuğa verilen bayram harçlığı, bir Laz fıkrası ve kirvelik çöküyor.