Devrimci bir praksis için, kapitalizmin içinde kalarak geliştirilen talepleri aşan bir siyasal ufku sahiplenmeliyiz. Emekçilerin gündelik hayatlarına yönelik doğrudan talepler kuşkusuz ki hayatidir ama bu talepleri daha farklı bir toplum için mücadele ile birleştiremezsek, daha güler yüzlü bir kapitalizmi talep eder hale geliriz

Kış, kriz ve emekçi evleri

Gamze Yücesan Özdemir - Prof. Dr.

Kış en çok emekçi evlerini vurur. “Yan yatmış, diz çökmüş, bağdaş kurmuş, kapaklanmış yahut tam yuvarlanacakken tutunuvermiş işçi evlerinde” en sert yaşanır. Kış, en fazla emekçi evlerindeki çocukları etkiler. Evler ısınmaz, soğuktur. Çocukları soğuktan koruyacak palto yoktur, ayakkabılarının altı inceciktir ve ayaklar buz gibidir. Kış, kriz koşullarında daha da ağırlaşır. Eve giren üç kuruş da tehlikededir. Her an işten atılma tehdidi, ödenmeyen maaşlar, işsizlik, zamlar, yokluk...

Tüm çocukların sıcak evlerde büyüdüğü, yokluğun, yoksulluğun ve sömürünün olmadığı bir dünya düşünü kuran ve bu düşle yetinmeyip bunu hayata geçirmeye amaçlayan sosyalist solun bu kış ve kriz koşullarında nasıl bir yol izlediği önemlidir. Bu konuyu, devrimci praksis tartışması üzerinden değerlendirmeyi öneriyorum. Devrimci praksisi dünyayı dönüştürmeye dönük eylem olarak düşündüğümüzde, onun iki önemli boyutu olduğunu görürüz. İlki dünyayı nasıl anladığımız ve nasıl açıkladığımızdır. Buna teorik duruş diyebiliriz. İkincisi ise dünyayı nasıl değiştireceğimizdir. Buna da siyasal pratik diyebiliriz. O zaman önümüzde iki kritik soru var: Bugün sosyalist sol krizi nasıl açıklıyor? Krize karşı nasıl bir siyasal pratik ve mücadele örülüyor?

Teoride kriz
Sosyalist solun uzun süredir teoride yaşadığı bulanıklığa ve buna bağlı olarak teorik referans noktalarının silikleşmesine krizi açıklarken de tanık oluyoruz. İlk olarak, krizin nedenleri ve sonuçları tartışmasına bakalım. Krizin işçi sınıfına etkileri, zamlar, işsizlik, haksız işten çıkarmalar, düşük ücretler olarak vurgulanıyor. Dolayısıyla krizin sonuçlarının emekçilerin hayatında yarattığı tahribat net bir şekilde ortaya konuyor. Diğer yandan ise, krizin nedenlerine değiniliyor ama burada vurgu zayıflıyor. Krizi ortaya çıkaran sermayenin acımasız sömürü düzeni, planlama, kalkınma ve üretim hedefi olmayan bir ekonomik düzen ya hiç tartışılmıyor ya da tartışma yeterince derinlikli yürütülmüyor.

Krizin nedenleri ile sonuçları arasındaki vurgunun sonuçlara doğru kayması en çok siyasal pratikleri ve mücadeleyi etkiler. Kriz karşısında emeğin talepleri, krizin sonuçlarına odaklanmakta ve açıklanması gerekeni verili saymaktadır. Ücretlerin artırılması, toplu işten çıkarmaların yasaklanması, vergi adaleti ve piyasaya terk edilmiş kamu hizmetlerine zam yapılmaması sıklıkla dile getirilmektedir. Ama üretim ekonomisi, kamucu kalkınma, planlı ekonomi, parasız sağlık ve eğitim gibi başka bir ekonomiyi mümkün kılan vurgular zayıf kalmaktadır.

İkinci olarak, krizin iktisadi, siyasal ve ideolojik boyutları tartışmasına bakalım. Krizin bu üç yapıda birlikte yaşandığı bilinmekle birlikte, iktisadi alanın değerlendirilmesi diğer alanları geriye itelemektedir. Kriz iktisadi alanda bağımlı finansallaşma ve neoliberalizmin ekonomi politikalarının idame ettirilemezliği üzerinden tartışılıyor. Kriz bu topraklarda yeni bir siyasal rejimin inşası ve gericiliğin, muhafazakârlığın, şiddetin kuşatması olarak da yaşanıyor. Sınıf içi şiddetin kesifleşmesi, yalnızlaşma, güvencesizleşme, yanaşma ilişkilerine yenik düşme, irade yitimi görüntülerine de bürünüyor. Bu boyutlar biliniyor kuşkusuz ama kriz analizinde gölgede kalabiliyor.

İktisadi olanı, diğer alanlardan ayrı değerlendirme eğilimi, kapitalizmin meşhur ayrımını yeniden üretme tehlikesini içerir. Kapitalizm iktisadi ve siyasi alanı görece birbirinden ayrı işler bir şekilde kurar. Buna göre siyasal alan diğer toplumsal formasyonlara göre daha özerktir: İktisadi alandaki eşitsizliklerin etkisi siyasal özgürlüklerin verdiği imkânla telafi edilir ya da gelecekte bir yerde edilecektir. Kapitalizm çelişkilerini ertelerken söz konusu iki alanı birbirinden yalıtma kabiliyeti bu sürece destek olur. Ne sömürünün ne de üretimin salt iktisadi meseleler olmadığını vurgulayalım. İktisadi alanının talepleri diğer alanlardaki taleplerle birlikte yükseltilmediğinde başka bir hayatı var etmek mümkün değildir.

Krizi anlar ve açıklarken sosyalist solda genelin, evrenselin, ortaklıkların, sınıfın ve sosyalizmin yerine özelin, konjonktürün, farklılıkların, liberal bireyin “demokratik” taleplerinin hâkim hale gelmeye başladığını görmek gerekir. Krizi emekçiler adına anlamak ve açıklamak, krizi tarihselliği içinde kavramaktır. Ortaya çıkışındaki nedensel süreçleri, tüm yapı ve mekanizmaları anlamaktır. Ve sınıf mücadelesinin mevcut bağlamdaki durumunu kavramaktır.

Siyasal pratikte krizle mücadele
Sosyalist solun mücadelesi, sosyalist bir toplum inşasına dönük net politika önerileri ve kararlı adımlardır. Che Guevara’nın dediği gibi, “kapitalizme sıkı sıkı bağlı kavramlarla sosyalizme erişilebileceği zannına neden olan ham hayaller eninde sonunda çıkmaza sürükler. Birçok kavşağı geçip uzun bir yol aldıktan sonra durup düşündüğünüzde de hangi sapakta yanlış yola saptığınızı kestirmek pek güçtür.” Dolayısıyla, bu kış ve kriz koşullarında siyasal pratikleri devrimci praksis için nasıl geliştirebiliriz?

Krize karşı mücadelede, emek örgütleri, sendikalar ve odalar görünmez olanı görünür kılma noktasında önemli bir çaba içerisindeler. Siyasal iktidarın ve medyanın yokmuş gibi yaptığı, hiç dillendirmediği, hiç göstermediği “kriz”i gösterme mücadelesi veriyorlar. Yaptıkları toplantı ve basın açıklamaları ile “kriz”i yok sayma çabalarına direniyorlar. Bu süreçlerde işçi ve emekçilerle dayanışma deneyimleri öne çıkıyor. İşten atılmalarda, işyerlerinin kapanması süreçlerinde ya da sendikalı oldukları için işten çıkarılmalarda sosyalist sol işçilerin yanında olmaya çabalıyor.

Devrimci bir praksis için, kapitalizmin içinde kalarak geliştirilen talepleri aşan bir siyasal ufku sahiplenmeliyiz.

Emekçilerin gündelik hayatlarına yönelik doğrudan talepler kuşkusuz ki hayatidir ama bu talepleri daha farklı bir toplum için mücadele ile birleştiremezsek, daha güler yüzlü bir kapitalizmi talep eder hale geliriz. Solun kurucu referans noktalarından uzaklaşmak bizi basit bir “biçimsel demokrasiciliğe” indirger. İşler sarpa sararken, bahsi geçen savunmacı taleplerin bile yeteri kadar zor olduğunu düşünenler olabilir. Ama tam da burjuva siyasetinin yeni bir umut üretemediği ve tüm iddiasını kaybettiği bir dönemde iddia sahibi olmak hayatidir. Dolayısıyla, devrimci praksis sol bir toplum örgütlenmesini ve sol bir memleket inşasını da kapsamalıdır.

Kış ve kriz koşullarında emekçilerin ve işçi sınıfının muğlak, tedirgin ve iddiasız siyaset yerine daha net bir siyaset beklediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Sosyalist solun yeni bir toplum inşa etme hedefini, bu hedefe doğru yürüyüşünü, ilkelerini ve sorumluluklarını otoriter, baskıcı ve modernist bulan “post” teori ve pratikler, solu epey soluklaştırdı ve silikleştirdi. Demokrasi cephesi, uzun yıllardır, birbirine benzemez siyaset ve talepleri bir arada tutmaya çalışarak toplum nezdinde “muğlak ve tedirgin” bir sol yarattı.

Eğer bu ülkede sol, “kamucu, emekten yana, tam bağımsız, laik bir ülke, işçi ve emekçilerin birlikteliği ile kurulacaktır” demiyorsa, diyor ama devamını getirmiyorsa, devrimci praksis zedelenmiştir. Eğer bu ülkede, sol siyaset popülizm ile tartışılır hale geldiyse devrimci praksis yaralıdır. Çünkü popülizm terimi bir yandan düzeni değiştirmeyi amaçlayan sosyalist muhalefeti silikleştirir, diğer yandan ise sağ akımlara itibar kazandırır. Bu topraklarda yarınlar ve çocuklar için, emekçi sınıfların büyük bir kesimi güçlü, tutarlı, sade ve net bir sol siyasete hasret...

Devrimci praksis için, emekçilerle işten atılma, grev ya da haksızlık gibi sorunların ve itirazların görünür olduğu anların ötesinde daha uzun soluklu birliktelikler içinde olmalıyız. Mücadeleyi, “emekçiler için” değil, “emekçilerle birlikte” üretme çabasını büyütmeliyiz. Daha önceden ve emekçilerin yokluğunda hazırlanmış emeğin talepleri listesi yerine mümkün olduğunca emekçilerin siyasallaştığı, taleplerini dile getirdiği ve taleplerinin takipçisi olduğu süreçler geleceğe dönük değişiklikler yaratabilir.

Kış, kriz ve kapitalizm ancak sömürüye, şiddete, yokluğa ve yoksulluğa maruz kalıp tepki gösteren emekçi sınıfların mücadelesi ile silinip süpürülebilir. Saldırıya maruz kalanları tanımak sınıf siyasetini mümkün kılmanın tek yoludur. Onların dilinde konuşmak emeğin imkânlarını yükseltmenin ve parçalanan toplumsallığı koruyabilmenin tek olanağıdır. Kapitalizm içinde “demokratikleştirici” taleplerin ilerisine ve parçalanan toplumsallığın ötesine geçmek ancak böyle bir devrimci praksis ile mümkündür.

Yaşadığımız hayat berbat, adaletsiz ve hakkaniyetsiz ise önümüzdeki yol onun berbatlığını azaltmak ve adaletsizliğini düzeltmek değil, yaşadığımız hayatı başka bir hayatla değiştirmektir. Çünkü sosyalizm en çok çocuklara yakışır.