Kısa bir medya hikayesi: 'Abi iyisiniz de çok taraflısınız be...'

Can Uğur

Medyanın tarafsızlığı meselesi medyanın teknik ve kuramsal açıdan ortaya çıkışından bugüne kadar sıkça tartıştığımız konuların başında geliyor. Tarafsızlık kelimesi medya açısından sihirli bir sözcük olma özelliğini hiç yitirmedi. Dil bilimci ve medya kuramcısı Noam Chomsky’nin eserlerinde ortaya koyduğu görüşlerin başında bu tarafsızlık meselesi gelir. Chomsky, kelimenin kendisinin özellikle iktidarlar açısından oldukça kullanışlı bir yanının bulunduğuna işaret eder. Medya denetimi kitabında ABD özelinden verdiği örnekler aslında bugünü Türkiyesi özelinde yazıldığında da aynı yere tekabül eder. Chomsky söz konusu eserinde, ABD’nin 1. Dünya Savaşı’ndan günümüze değin attığı tüm adımlarda ‘tarafsızlık’ meselesini nasıl kullandığına işaret eder.

Bu durum elbette tarafsızlık kavramının kendisinin tamamen yanlış olduğu anlamına gelmez. Ancak biraz uyanık olmakta fayda var. Özellikle dilin politik bir araç olduğunu dikkate alacak olursak kavramların da bu aracın en kilit yürütücüsü olduğunu söyleyebiliriz. Kavramları bağlamından koparttığınızda o kavramın da bir hükmü kalmaz.
Türkiye’de medya tartışmalarında da söz konusu çarpıklık hep karşımıza çıkmakta. Dilipaklarla Küçükgillerin hükümet medyasının kanallarında, ağızlarından düşürmedikleri tarafsız medya kavramı bir yere kadar ‘anlaşılır’ olabiliyor. Yani işin ‘duygusal boyutunu’ görmekte zorlanmıyoruz lakin kendine muhalif diyen gerçekleri söylemekle yükümlü olduklarını her fırsatta dile getiren bizim mahalle olmasa bile aşağı mahallenin eşrafı bu kavramı kullanarak baĞzı şeyleri tartışmaya açınca birkaç şey söylemek farz oluyor. En azından vacip olduğundan emin olabiliriz.

Öncelikle bir kavramı belirli maddi olgulardan bağımsız havada asılı bir duran bir nesne gibi değerlendiremeyiz. Onun tarihsel politik ve ekonomik arka planına değinmek gerekir. O olgular ile söz konusu kavrama anlam verilebilir. İşte tarafsızlık meselesi de bunlardan bir tanesi. Bunu bir de gazetecilerin tarafsızlığı diye yazarsanız her şey yerli yerine oturur.

İktidarın hayatın her alanında belirleyici olduğu özellikle medyayı bir havuza dahil ettiği bir dönemden geçiyoruz. Havuza dahil edemediklerini hamamda terletmeye çalışsa da konumuz bu değil.

Böyle bir dönemde iktidar maddi bağlamda hayatın her alanında kendi gerçeklerini üretmeye çalışır. Bunu da kah havuçla kah sopayla gerçekleştirir. Kendi gerçeklik dünyasını toplumun tümünün gerçekliği haline getirebilir. Chomsky’nin yukarıdaki dile getirdiğimiz Medya Denetimi kitabında ABD yönetiminden verdiği örneklerde olduğu gibi ABD’nin bir ülkeyi işgali yoksul bir ABD yurttaşının yiyecek ekmek bulmasından daha önemli hale gelir. İşte böyle propaganda aracı gibi çalışan iktidar medyasının karşısında tarafsız kalmak ‘bir çocuk ile bir boksörün kavgasında tarafsız kalmak’ kadar anlamlıdır. Bu noktada yapacağımız medya okuması hayati önem arz eder. Medyanın bu denklemde tarafsız kalma ihtimali yoktur. Bu evrensel gazetecilik ilkeleri açısından da mümkün değildir. İktidarın gerçekleri manipüle ettiği bir ortamda, gözümüzün önünde cereyan eden olayları yokmuş gibi göstermeye çalıştığı bir ortamda tarafsız kalmanın gazetecilikle açıklanır bir yanı yok. Belki bir A Haber olamazsınız ama misyonunuz gereği A Haber’den daha fazla zarar verdiğiniz su götürmez bir gerçektir halka.

Özetlemek gerekirse son dönemlerde kendine muhalif diyen, demese bile söylemleriyle bunu teyit ettiğimiz bazı kesimlerin tarafsızlığı yanlış anladığı kesindir. Gazeteci, ‘gerçek’ten yana tavır alır. Gazetecinin gerçekleri bulmak araştırmak ve bunu kamuoyuyla paylaşmak gibi kritik bir görevi vardır. Bu da sadece gazete çalışanlarıyla sınırlı bir faaliyet değildir. Kamuoyunu bilgilendirdiği iddiasında bulunanların ‘tarafsızlık’ adı altında güç ilişkilerinin eteğinde konumlanışlarının ne olduğunu bilemeyiz ama gazetecilik olmadığı kesindir.

Sosyal medya ya da farklı mecralarda ‘tarafsızlık’ manifestosu yazanların ‘Abi siz iyisiniz de çok ideolojiksiniz be…’ türü çıkışları ile her geçen gün daha fazla karşılaşıyoruz. Bunun panzehiri ise tanımlarımızı maddi olgularla beslemek ve dile getirmekten kaçınmamak. Aksi halde kendi kavramlarımız yerine iktidarın kavramları ile mücadele etmek zorunda kalacağız. Deplasmandan da kaçmayız ama taraftarlarla buluşmanın tadı başka…