Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Türkiye’de pek çok şey gibi “ödül” kurumu da çürümüştür! Ödül enflasyonu bir yana, her yıl değişik alanlarda dağıtılan onlarca ödülün önemli bir bölümü en azından tartışmalıdır.

Her şeyin azı değerlidir. Ödüllerin sayısı ve alıcısı arttıkça değeri azalıyor…

Dil Derneği’nin amaç dışı ödül dağıtma anlayışını yıllardır eleştiriyorum. Derneğin genel kurul toplantılarında da defalarca dile getirdim bu görüşümü. Ama yönetici arkadaşlarımız herkese bol keseden ödül dağıtarak güç devşirmek mi istiyorlar bilmiyorum, bir türlü vazgeçmediler bu alışkanlıklarından...

Dil Derneği ödülleri için oluşturulmuş bir Seçici Kurul yok. Yazılı bir Ödül Yönetmeliği de bulunmuyor. Seçimleri Sevgi Özel başkanlığındaki Yönetim Kurulu yapıyor. Hangi ölçülere göre dağıtılıyor bu ödüller, kimse bilmiyor. Türkçesi kıt yazarlara bile “Onur Ödülü” verilmesini hiç anlayamamışımdır. Özellikle gazetecilere dil ödülü verirken çok düşünmek, kılı kırk yarmak gerekir. Çünkü çoğu “Türkçe özürlü”dür!

Dil Derneği’nin ödülleri dağıtılırken ana ölçütün Türkçe olması gerekmez mi? Ama uygulamaya baktığımızda hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Örneğin salt çizgisini beğendikleri bir gazetenin neredeyse tüm çalışanlarını ödüle boğmuşlar!

Bu yıl dağıtılan ödüller daha da şaşırtıcı geldi bana. Çünkü Dil Derneği ödüllerinin tümü sağlıkçılara verilmiş…

Sağlıkçılar başımızın tacıdır. Onlar, özellikle küresel salgın sürecindeki özverili çalışmalarıyla her türlü övgüyü ve ödülü fazlasıyla hak etmişlerdir. Ben de bir halk sağlıkçısının eşiyim ve hekimliğin nasıl bir adanmışlık mesleği olduğunu bilirim.

Ne var ki her şey kendi bağlamı içinde değerlidir. Dil Derneği’nin ödülleri, Türkçeye emek veren, dilin doğru kullanılması için çaba gösteren kişilere verilirse anlamlı olur. Sözgelimi salgın sürecinde ekranlarda yaptığı konuşmalarda bilinçli bir seçimle öz Türkçe terimler kullanmaya büyük özen gösteren Prof. Dr. Ahmet Saltık’a dil ödülü verilmesi beni mutlu eder. Ama “virüs” sözcüğünü bile inatla “virus” diye söyleyen bir hekime böyle bir ödülün verilmesini yanlış bulurum.

Öz Türkçenin inançlı savunucularından ve uygulayıcılarından Emin Özdemir, benim kutupyıldızlarımdan biridir. Onun adına verilecek bir ödülde, arı dilin ve doğru Türkçenin aranmasından daha doğal ne olabilir? Gelin görün ki bu yıl Dil Derneği Emin Özdemir Ödülü’nü kazanan gazeteci Murat Ağırel, Türkçeye katkılarından dolayı değil, “Televizyon izlencelerindeki belgelere dayalı etkili yazı, kitap ve konuşmaları” dolayısıyla bu ödüle değer görülmüş.

Evet, Murat Ağırel dürüst, yürekli, çalışkan bir gazetecidir. Bu yönüyle kendisine sevgim vardır. Ama dil ödülü için geçerli gerekçe bu olamaz! Türkçe açısından baktığımda, henüz “ti-vi” söylemini aşamamış bir gazetecidir Murat kardeşimiz. Dolayısıyla Emin Özdemir adına verilecek bir ödülü hak ettiğini düşünmüyorum.

***

TÜRKÇEYİ SAVUNURKEN TUTARLI OLMAK

Gülgün Feyman’ın Cem TV’de sunduğu “Gün Başlıyor” izlencesinin Dil Bayramı’ndaki konuğu, Türkçe Öğretmeni ve Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Cengiz Öksüz’dü. Cengiz Bey, Türkçenin gelişme evreleriyle ilgili güzel bir sunum yaptı. Konuşması sırasında tarihsel kaynaklara dayalı yararlı bilgiler de verdi. Gülgün Feyman da aralara girip coşkuyla destekledi kendisini. Dahası, Arapça-Farsça sözcükler için “naftalinli” sıfatını kullandı. Ama konuşurken hayli özensizdi; savunduğu görüşle çelişir biçimde “mühim”, “muazzam” gibi eski sözcükler kullandı! Yetmezmiş gibi, çalıştığı kanalın adından sürekli olarak “Cem Ti Vi” diye söz etti...

Dil Devrimi böyle savunulmaz!

Eğer bir ilkeyi gerçekten benimsiyor ve destekliyorsan, ona uygun bir yaklaşım içinde olacaksın! Türkçe karşılıkları dururken “naftalinli” sözcükler kullanmayacaksın!

Ben arı dil karşıtlarından çok, Türkçeyi savunurken tutarsız davrananlara kızıyorum!

***

ELEBAŞI / ELEBAŞISI

Önceleri “organize suç örgütü” diyorlardı. Bu söylem yanlıştı. “Örgüt” dediğiniz şey, zaten “organize”dir. Doğru tanım “suç örgütü”ydü. Kitle iletişim araçlarında uyarımızı dikkate alanlar oldu. Ama yanlışta direnenler var hâlâ…

Konuyla bağlantılı olarak yanlış kullanılan sözcüklerden biri de “elebaşı”… Ad olarak kullanıldığında elbette böyle yazılıp söylenmeli. Ama tamlama durumunda “elebaşısı” diye yazılması gerekiyor. Yani “suç örgütü elebaşı” değil, “suç örgütü elebaşısı” demeliyiz.

Yandaş yazarlardan biri, birkaç yıl önce “Nereden çıktı bu elebaşısı?” diye sormuş ve sözcüğü yanlışlamak için ilgisiz örnekler vermişti. Oysa bu yazar, başka sözlükler bir yana, hiç karşı çıkamayacağı Kubbealtı Lugatı’na baksaydı, Reşat Nuri Güntekin’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a en yetkin yazarların bu sözcüğü nasıl kullandığını görürdü…

İnsanın bazen, Sakallı Celal’in “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” sözüne hak veresi geliyor!