Oscar adayları, anaakım film örnekleri ile bu hafta çok zengin bir vizyon seçkisine sahip. Hangisini seçsem diyenler için işte kısa kısa film değerlendirmeleri

Kısa kısa vizyondakiler

Yaşamın Kıyısında: Senenin kuşkusuz en iyilerinden olan Manchester by the Sea atmosfer, karakter, oyunculuk ve diyalogların gücü ile ilgili bir film. Kalpte asla iyileşmeyecek bir deliğin derinlerine inerek etkin bir deneyim yaşamak isteyenlere göre bir film. Toplam altı dalda Oscar adaylığı bulunan Manchester by the Sea aynı zamanda senenin en duygusal ve acı yüklü filmlerinden biri. İnsan olanın kayıtsız kalamayacağı bir dramı ele alan filmin en büyük gücü oyunculukları, en başarılı yönü ise senaryosu. Casey Affleck’in filmin ilk anından son anına kadar bir milim bile aksamayan Lee karakteri ile Michelle Williams’ın içinize işleyen gözyaşları bu iki oyuncuyu Oscar’da podyuma taşıyabilecek güçte. (3,5 *)

Toni Erdmann: Toni Erdmann, siyasal yozlaşma, insanlık dışı kabalıklar, kayıtsızlık içindeki çağdaş Avrupa’nın hiciv içeren tasvirini ortaya koyan güçlü bir film. İnsanın gelişim maskesi altında onurunu nasıl kurban verdiğini birey üzerinden sert bir pozisyon alarak yapıyor.

Kamerasını, komünist rejim geçmişi ile Avrupa Birliği’nin en yeni ve fakir ülkelerinden olan Romanya’nın petrol yataklarına, çeviren film son derece politik bir pozisyon alarak Avrupa’nın bugün ilerlediği yönü göstererek bize kılavuzluk ediyor. 162 dakikalık bu film yer yer gülümsetse de üç jenerasyonun arka planında büyük bir depresyon saklıyor. (3 *)

Gecenin Kanunu: İyi filmler de yönetebileceğini kanıtlamış olan Ben Affleck hem oynadığı hem yönettiği bu son filmi ile ne yazık ki bu düşünceyi sekteye uğratıyor. Film, Boston gangsterlerinden Joe Coughlin’in içki yasağı döneminde Florida’da yeraltı işleri çevirirken başına gelen olaylar konu alıyor. Irkçı fanatik dindar grup Ku Klux Klan üyeleri ile çatışma, bu grubun aslında satılmış olduğu gerçeği, bu sırada kendini çarpık din müritliğine adayan genç bir kızın dramı, esasen göçmenlerin Amerika’yı kurduğu gerçeğinin güçlü bir sesle vurgulanması gibi tek başlarına çok etkileyici olan tüm bu olaylar kendi başlarına sağlamken filmin bel kemiği ile bir türlü bütünleşemiyorlar. Ben Affleck’in iyi kalpli gangster yaratma çabası ise filmin en yumuşak karnını oluşturuyor. Neyi anlatacağına odaklanamayan bu stil sahibi film fazla hırslı davranarak kendi alt metinlerinin arasında boğuluyor. (2,5 *)

Lion: Saroo Brierley’nin otobiyografik gerçek hikâyesinden sinemaya uyarlanan film 5 yaşında Kalkuta’da kaybolan Saroo’nun tüm zorlukları aşarak, Avusturalyalı harika bir karıkoca tarafından evlat edilmesi ve genç bir yetişkinken izini kaybettiği ailesini aramasını konu alıyor. Filmin sonundaki gerçek görüntüleri izleyince izlediğiniz tüm film çok daha büyük bir anlam kazanıyor. İlham verici bu gerçek hikâye dünyada kötüler kadar iyiler olduğunu da göstererek umut veriyor. Film uzun ilk yarısında küçük Saroo’nun kayboluşu ve sonrasında yaşadığı acıklı olaylarla son derece dokunaklı. Fakat filmin ikinci kısmında uzun süre çocuk olarak sevdiğimiz Saroo’yu genç bir yetişkin olarak görünce ona karşı aynı sıcaklığı hızlıca yakalayamıyoruz. Bize yabancı gibi gelen bu gence diyalog partneri gibi görev üstlenen kız arkadaşının fuzuli varlığı ile süregelen duygularımız karışıyor. Şöhretine rağmen küçük ve gösterişsiz bir rolle karşımıza çıkan Nicole Kidman canlandırdığı gerçek Sue Brierley ile birebir benzemişler. Doğru duygularla yapılmış olan bu film çok değerli keşke daha iyi olsaymış. (2 *)

Halka 3: The Ring serisinin heyecanla beklenen üçüncü filmi o kadar da iyi değil ama korktuğum kadar da kötü değil. Naomi Watts gibi güçlü bir oyuncu ile izlediğimiz serinin ilk iki filmi bu yetişkinliğini ve olgunluğunu fazla genç ve deneyimsiz oyuncularıyla heba etmiş. Ana kadronun bu kadar gençleşmemesi gerekirdi. Filmin ilerleyiş hızı ve temposu muhtemelen kurgu dolayısıyla oldukça tutarsız. Açılış sahnesi böyle bir seri için çok yanlış; adeta Final Destination. Yeni ilginç fikirlerin ve Samara görsellerinin filme dahil edilmiş olması filmin en olumlu yanları. Serinin ne şekilde devam edeceğini gösteren filmin final sahnesi ile ilgili hâlâ emin değilim. (2 *)

Altın: Film ne anlattığı konusunda tam anlamıyla karman çorman daha da önemlisi etik olarak tam bir acayiplik içinde. Öyle ki senenin en çevre düşmanı filmi olabileceğinin bile farkında değil. Evet, filmin konusu Endonezya’da altın aramak ve bir film illaki doğru bir mesaj vermeyebilir. Ama altın avcılığı, mücevher avcılığı gibi filmlerin bir noktasında insan sömürüsü ve çevre düşmanlığı ile ilgili bir farkındalık işareti olur. Ve bu işaret sayesinde duyarlı seyirci rahatsızlık veren konulara karşı rahatlatılır; ama bu filmde sömürülen Endonezya işçilerinden tutun da yerle bir edilen yağmur ormanları tam bir felaket. Üstelik film için gereksiz bir şekilde kel, dişlek ve göbekli kılığına giren Matthew McConaughey’nin abartılı oyunculuğu da son derece itici. (1 *)