‘Kısa’lara kısa bir bakış

Murat Tırpan

Bu yıl 39’uncu kez düzenlenen İstanbul Film Festivali’nin ‘İstanbul Film Festivali Türkiye Sineması Bölümü’ yarın Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde verilecek ödüllerle sona erecek. Bilindiği gibi bu bölüm Ulusal Uzun Metraj ve Ulusal Kısa Film yarışmalarından oluşmakta. Pandemi nedeniyle filmler Sabancı Müzesi’nin terasında ve online olarak izleyicilerin karşısına çıkan filmlerden uzun metrajları yarına bırakarak bugün kısalara kısaca bir bakalım.

Jürisinde kısa film yönetmenleri Konstantina Kotzamani ve Gökalp Gönen ile oyuncu Boran Kuzum’un yer aldığı Ulusal Kısa Film Yarışması’nda bu yıl on iki film yer alıyor. Her şeyden önce bu on iki filmin de gayet güçlü işler olduğunu, iyi bir seçkiyle karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerek. Hatta bir iki film dışında bu yıl kısa filmlerin uzun metrajlara göre daha bir etkileyici olduğunu da ekleyebilirim. Kısa filmlerin çoğundan aldığım tadı uzun metrajlarda zor buldum. Kişisel olarak bu kategoride ‘Ahtapot’, ‘Göremediğimiz Tüm Işıklar’, ‘Büyük İstanbul Depresyonu’ ve belki ‘Siyah Güneş’ten birinin ipi göğüsleyeceği düşüncesindeyim.

ALTUN BEKLENMEDİK YERDEN VURUYOR

Şeyhmus Altun’un ödipal bir baba oğul ilişkisini anlatan ‘Göremediğimiz Tüm Işıklar’ adlı filminin meselesi, etkileyici görüntü yönetimi ve oyunculukları ile öne çıktığını söyleyebiliriz. Altun filmde beklenmedik yerden ‘vuruyor’ diyebiliriz. Engin Erden’in ‘Ahtapot’u ise geçen yılın ‘Ablam’ ve ‘Aylin’ gibi iki başarılı filminin izinden gidiyor ve bir sahil kasabasını mekân tutuyor. Bu filmlere ‘Bir Yazdan İzlenimler’i de eklersek, mekân olarak ‘tatil beldesi’nin kısa filmlerimizde popülerleşmeye başladığını söylemek yanlış olmaz. ‘Ahtapot’ta çocuk oyuncular müthiş, film sonuçta meraklı ve naif bir çocukluk ile acımasız yetişkinliğin karşı karşıya geldiği küçük ama güçlü bir iş.

Zeynep Dilan Süren’in ‘Büyük İstanbul Depresyonu’ ise tabiri caizse manik-depresif bir film. Modern bir sıkıntıyla başlayıp samimi bir neşe ile bitiyor. Değişken bir duygu durumunun sempatik bir şekilde hikâyeleştirildiği filmin işçiliği de oyunculukları da müthiş. Arda Çiltepe’nin Locarno’dan En İyi Uluslararası Kısa Film ödüllü ‘Siyah Güneş’i bir ölüm ve bir oğul ekseninde ilerleyen ‘kasti gecikmelerle’ dolu bir yol hikâyesi. Dramatik yapısı oldukça kapalı olan ve belki de bu yüzden benim kendime çok yakın hissedemediğim film yine de bu yıl seçkinin öne çıkan adaylarından. Seçkideki bir başka yolda olma filmi de Kasım Ördek’in ‘Yağmur Olup Şehre Düşüyorum’u. Film kime borç verdiğini hatırlayamayan bir babanın Diyarbakır’daki tuhaf yolculuğunu konu alıyor. Bir başka ilginç film, Ahmet Toğaç’ın ‘Kulak Misafiri’. Tema itibariyle ‘Başkalarının Hayatı’ filminden esintiler taşıyan bir telefon dinleme ve değişme/değişememe hikâyesi. Aylin Kuryel ve Raşel Meseri'nin ‘CemileSezgin’i ise yerlere yazılan bir aşk hikâyesinin izini sürerken keşke daha fazlası olsaydı dedirtiyor, tadı damağımızda kalıyor.

Ayça Çiftçi’nin bir yazdan kalan flu karelerle dolu filmi ‘Bir Yazdan İzlenimler’in ise özellikle ses tasarımının, Murat Emir Eren’in Freud’un unheimlich’inin gerginliğini bir ‘geride bırakma hikâyesi’ içerisinde yansıtan ‘Evde Yok’un ise atmosferinin gayet başarılı olduğunu da ekleyelim.