Gençlerin tüm talep ve arzularını görmezden gelerek sınav tarihleriyle bu kadar kolayca oynanması, geçmişin acı tecrübelerinin de etkisiyle büyük bir tepkiye dönüştü. Aslında bu tepki kendisini günler öncesinden belli etmişti. Sınav tarihinin tekrar değiştirilmemesi talebini içeren milyonlarca tweet önemsenmemiş; yaygın kanaate göre gençlerin istekleri turizm sektörünün kâr hesapları uğruna görmezden gelinmişti.

Kısa travmalar tarihi

Barış Uluocak - Eğitim Sen İstanbul 1 No’lu Şube Yöneticisi/Rehber Öğretmen

“O günden itibaren bir ay ertelenen sınavla benim bir alakam kalmamıştı artık. Ne eskisi gibi heyecanlıydım ne de derslere kendimi verebiliyordum. Boşlukta geçen bir ay sonunda girdiğim üniversite sınavı benim için lisede girdiğim matematik sınavından farksızdı.”

Hayli güncel çağrışımlar içeren bu serzeniş bugüne değil, tam 21 yıl öncesine ait! 1999 yılında son anda iptal edilen üniversite sınavının mağdurlarının ortak haykırışı adeta! Bugünlerde benzerlerini çokça duyduğumuz bir isyanın ve hayal kırıklığının engel olamadığımız tekerrürü.

Öğrenci ve veliler açısından travmatik deneyimlerle dolu sınavlar tarihimize, geçtiğimiz 4 Mayıs akşamı yeni bir hikâye daha eklendi. Ortada bu defa bir şifre ya da kopya skandalı yoktu ama gençlerde yarattığı hayal kırıklığı açısından geçmişte yaşananlarla bir benzerlik olduğu muhakkak. Normal şartlarda 20-21 Haziran’da yapılması planlanan ancak koronavirüs salgını nedeniyle 25-26 Temmuz tarihine ertelenen YKS, 4 Mayıs’taki kabine toplantısı sonrası, son açıklanan tarihten yaklaşık bir ay öne çekildi. Öğrenciler açısından önlerinde, konsantre olmaları ve planlama yapmaları için üçüncü ve yeni bir tarih vardı artık: 27-28 Haziran.

Oysa YÖK başkanı 26 Mart 2020 tarihinde, yani kırk gün önce, “Tedbirli olmak ve öğrencilerimizin daha salim ve dingin bir zihinle hazırlanarak bu imtihana girmesi” gerekçesiyle sınavın 25 -26 Temmuz tarihine ertelendiğini açıklamıştı. Ayrıca “Bu konuda hazırlıklarımız tamamdır” diye eklemeyi de ihmal etmemişti.

Aynı YÖK başkanı 4 Mayıs’ta salgının önemli ölçüde kontrol altına alındığını açıkladı. Bu açıklamanın hangi bilimsel kriterlere göre yapıldığı ise meçhul.

4 Mayıs akşamı kararın açıklanmasının ardından sosyal medyada ortaya çıkan muazzam tepki, sınavın temmuz ayından tekrar hazirana alınmasının gençler açısından hiç de “salim ve dingin” bir zihinsel ve duygusal sonuca yol açmadığını, tam tersine umutsuzluk ve güvensizlik duygularının zirve yaptığını gösteriyordu. Gençlerin tüm talep ve arzularını görmezden gelerek sınav tarihleriyle bu kadar kolayca oynanması, geçmişin acı tecrübelerinin de etkisiyle büyük bir tepkiye dönüştü. Aslında bu tepki kendisini günler öncesinden belli etmişti. Sınav tarihinin tekrar değiştirilmemesi talebini içeren milyonlarca tweet önemsenmemiş; yaygın kanaate göre gençlerin istekleri turizm sektörünün kâr hesapları uğruna görmezden gelinmişti.

SOSYAL MEDYA HAMLELERİ

Ortaya çıkan tepki o kadar yoğun ve hakikiydi ki, trollerin gündemi değiştirmek adına alelacele kotarmaya çalıştığı kontra sosyal medya hamleleri gençlerin coşkun tepki seli karşısında takatsiz kaldı.

YÖK başkanı elindeki ayıplı malı pazarlamaya çalışan esnaf edasıyla 2020 YKS için sadece bu seneye özel haberleri olduğunu müjdeliyordu! Ama ortaya çıkan hayal kırıklığı sınav süresinin artırılması ya da barajın düşürülmesiyle giderilebilecek gibi değildi. Yani karardan önce olduğu gibi karar sonrasında da gençlerin istekleri kaygıları anlaşılamamış görülmemiş duyulmamıştı. Sınavın yarattığı olağan stres ve pandemi koşullarında haftalardır eve kapanmanın getirdiği ekstra yükün üzerine artık konsantre olunması gereken yeni bir sınav takvimi vardı gençlerin önünde. YÖK başkanının ilk erteleme açıklamasıyla 4 Mayıs arasında geçen 40 günlük süreç adeta saat saat planlanan sınav dönemi açısından yepyeni bir tablo ortaya çıkarmış ve tüm karşı görüşlere rağmen bu tablo o akşam tepe taklak edilmişti.

Hepimizin bildiği ve çoğumuzun ne yazık ki bizzat ya da yakınlarımız vasıtasıyla tecrübe etmek zorunda kaldığı gibi, ülkemizde sınavlarla yaşadığımız fırtınalı ve yıpratıcı ilişkinin ilk örneği değil bu. Son olma ihtimali de hayli zayıf görünüyor.

Çalınan sorularla, şifre ve kopya skandallarıyla, sınavdan bir gün önce ya da sınav sabahı yaşanan iptallerle, geçersiz sayılıp tekrar edilen sınavlarla hemen hepimizin kişisel tarihinde şok edici bir sınav öyküsü bulunuyor maalesef.

İLK SKANDAL 1973 TARİHLİ

1973 yılında o zamanki ismiyle ÜSYM’de yaşanan skandal, bilinen ilk örnek. Gazeteci Şükran Soner’in ortaya çıkardığı bu ilk skandalda soruların özel bir dershane tarafından bir grup sağ eğilimli ve cemaate mensup öğrenciye verilmek üzere çalındığı (ne kadar tanıdık) sınavdan iki gün önce ortaya çıkmıştı.

Dönemin hükümetinin olayı hafifsemeye yönelik yaklaşımına (bu da çok tanıdık) rağmen Cumhuriyet gazetesinin ısrarlı yayınları sonucu sınav iptal edilmişti.

1992 yılında bu sefer Anadolu Liseleri giriş sınavının sorularının satıldığı ortaya çıkmış ve o zamanlar 11 yaşındaki öğrencilerin girdiği sınav iptal edilip yenilenmişti.

1999 yılında ise yine üniversite sınavlarına girecek öğrencileri acı bir sürpriz bekliyordu. Sınavdan bir gün önce iki soru kitapçığının çalındığının ortaya çıkmasıyla o sene tek basamaklı ve ÖSS adıyla yapılacak sınav iptal edilmişti. 92 yılının Anadolu Lisesi sınavı mağdurları bu sefer de üniversite sınavının mağdurları olmuşlar ve bu acı tesadüfler zincirinin yol açtığı bahtsızlıklarıyla ünlenerek “şanssız kuşak 1981’liler” unvanını almışlardı.

2009’da 500’ün üzerinde adayın eğitim bilimleri testinde 120 soruda 120 doğru cevap verdiği KPSS skandalı ve 2011’de YGS’de yaşanan şifre skandalı, tarihsel olarak daha iyi hatırladığımız örnekler. 2011’de yaşanan şifre skandalına karşı gençlerin 4 Mayıs akşamına benzer bir büyük tepki göstermelerine; günlerce epey kitlesel eylemler yapmalarına, malum cemaatin bu konularda olağan fail olduğunu en yüksek sesle haykırmalarına rağmen sözlerine kimsenin kulak asmadığını hepimiz hatırlıyoruz. İlk sınav skandalının üzerinden yaklaşık 38 yıl sonra hükümet ve yönetenler bambaşka insanlar olduğu halde gençlere yönelik telkinler benzerdi: “Sakin olun, iktidara güvenin, endişe etmeyin…”

Kısaca özetlemeye çalıştığım sınav geçmişimiz ne yazık ki pek iç açıcı değil. Fırsat eşitsizlikleriyle dolu eğitim sistemimizin var olan yapısal ve kronik sorunlarına pandemi döneminin yanlış kararları da eklenince daha da ağır bir tablo çıkıyor ortaya. Eğitimin dizginsizce ticarileştirilmesinin yol açtığı eşitsizlikler uzaktan eğitim sürecinde de tüm tahripkârlığıyla kendini gösterdi.

Genç işsizliğin yüzde 27’yi bulduğu, sosyo-ekonomik olarak kendilerini ebeveynlerine oranla çok daha kötü bir geleceğin beklediği, güvencesiz çalışmanın olağan çalışma biçimi haline geldiği, iş imkânlarının, adamcılık, yandaşlık ve torpille daraltıldığı koşullarda geleceğine endişe ve umutsuzlukla bakan genç kuşakların bu duyguları maalesef son yaşananlarla birlikte misliyle katlandı.

Tüm bu karamsar tablonun yanında hiç umut yok mu? Bireyciliğin, kariyerizmin, rekabetin muteber sayıldığı böylesi bir ortamda umut gençlerin ortaya koyduğu kolektif cürette, yaratıcılıkta ve zekada gizli. Hiçbir maddi çıkara, plana değişilemeyecek o cevhere sahip çıkmak, dayanışmayı büyütmek gençliğin umudunu diri tutmak boynumuzun borcudur.