Maalesef, kişisel gelişim ve benzeri uygulamaları savunmaya yeltenen az sayıda insanın en kuvvetli argümanı bu: “Bende işe yaradı.” Zira “Reiki bende işe yaradı” çıkışı üzerine başka bir katılımcı “valla ben de çok gittim, bende hiçbir işe yaramadı” diye haklı bir cevap vermişti. Eee şimdi Reiki işe yarıyor mu, yaramıyor mu?

Kişisel gelişim şarlatanlığı  ve plasebo etkisi

Bir süredir kişisel gelişim sektörünü eleştirdiğim “Kişisel Gelişim: Şarlatanlık mı, Mucize mi?!” başlıklı bir konuşmalar serisi yapıyorum. Dinlemeye, tartışmaya ve katkıda bulunmaya gelenler arasında meseleye benim gibi şüpheci bir gözlükle bakanların yanı sıra bizzat kişisel gelişim müridi olup kendilerini bu sektörün ürünlerine adamışlar kişiler de oluyor. TED konuşmalarının aksine, soru-cevap bölümüne zaman ayırdığımız için genelde iki taraf arasında hararetli tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmalarda benim dikkatimi çeken önemli hususlardan biri, kişisel gelişim sevdalılarının “plasebo” dediğimiz etkiden ya bihaber olmaları ya da daha evvel bir yerlerde duymuşsalar da bu bağlamda ne anlama geldiğini tam olarak bilmemeleri.

Plasebo etkisi nedir?
Plasebo, ekseriyetle klinik deneylerde kullanılan bir sahte tedavi yöntemidir. Mesela, hipertansiyon hastalarına tedavi olarak hap şeklinde renkli ilaçlar verilir. Fakat bunlar aslında etken maddesi olmayan, içinde az miktarlarda şeker, nişasta, selüloz ve maya bulunan sahte ilaçlardır. İnsan psikolojisi öyle müthiştir ki ilaç aldığını düşündüğü zaman bazı hastalıkları kendiliğinden tedavi edebilir. Mesela, plasebo kullanılan hipertansiyon araştırmaları üzerinde yapılan bir meta analizde plasebo etkisinin küçük tansiyonun düşürülmesinin ortalamada yüzde 47’sini, büyük tansiyonun düşürülmesinin ortalamada yüzde 34’ünü istatistiki olarak çok kuvvetli bir şekilde açıkladığı görülüyor.

Aynı şekilde, ağrı kesici diye verilen plasebolar gerçekten ağrıyı azaltır. Boş da olsa ilaç alındığında beyin endorfin (vücuda endojen morfin) salgılamaya başlar; böylece ağrı hissi azalır. Yani bu sadece psikolojik bir etki değil. Mesela iğneyle plasebo aşı yapıldığında, vücuda yabancı madde girdiği için bağışıklık mekanizması devreye girer ve direnci düşmüş vücut kendi kendini tedavi etmek için yeniden harekete geçirir (bkz. antikor ve interferonlar).

Plasebolarla ilgili daha ilginç sonuçlar da var. Renkli tablet alan hastalarda beyaz tablet alanlardan, kapsül alanlarda tablet alanlardan, iğne yapılanlarda kapsül hap alanlardan daha yüksek oranda tedavi edici etki gözlemleniyor. Ağrı kesicide kırmızı, depresyonda sarı, uyku için mavi haplar diğer renklerden daha etkili oluyor. Halbuki hepsi boş ilaç… Hatta yapılan kontrollü deneylerin bazılarında plasebo alanların etken maddeli ilaç alanlardan daha fazla iyileştiklerine bile rastlanıyor.

Bazen plasebo etkisi ameliyatlarda dahi gözlemlenebiliyor. Mesela diz kireçlenmesi problemiyle gelen hastalardan bir gruba artroskopik cerrahi, ikinci gruba şırıngayla yıkama, üçüncü grubaysa plasebo ameliyat uygulanıyor. Sahte ameliyatta hastalar uyutuluyor, dizin üzerine ameliyat izi gibi gözükecek bir çizik atılıyor ama herhangi bir tedavi yapılmıyor. Sonuçta üç grupta da aynı oranda iyileşme beyan ediliyor. Müthiş!!

İnsan biyolojisinin kendi kendini tedavi etme özelliğinden ötürü tıp ve farmakoloji araştırmalarında bulunan tedavi yöntemlerinin etkinliği plaseboya karşı test edilir. Bir tedavinin gerçekten etkili olduğunu anlamak için randomize, çift-kör, kontrollü laboratuvar deneyi yapılıp tedavinin plasebo etkisinin üzerinde bir fayda sağlayıp sağlamadığına bakılır. Mesela, ürettiğiniz tansiyon hapı büyük tansiyonu (sBP) yüzde 34 oranında düşürüyorsa ilacınız ETKİSİZ demektir. Çünkü yüzde 34’lük etkiyi boş hap da sağlıyordu.

Buna göre, yapılan 3000’den fazla klinik deneyde plasebo etkisinden öte bir iyileştirme sağlayamayan akupunktur sözdebilimdir (pseudo-science). Aynı şekilde, homeopatik ilaçların da plasebodan fazla bir fayda sağladığına dair yeterli somut delil yoktur. Daha ilginci, son yıllarda kahvenin etken maddesi olan kafeinin bile plasebodan öte bir uyarıcı etkisinin olmadığı yönünde kontrollü araştırmalar da yapıldı. İngiliz tıp doktoru Ben Goldacre da “Bad Science” ve “Bad Pharma” kitaplarında plasebodan daha etkili olmayan ilaç ve tedavi yöntemlerinin nasıl bilimsel standartları aşıp piyasa girdiklerini çarpıcı örneklerle anlatır, şiddetle tavsiye ederim.

Kişisel gelişim seminerleri etkili mi?
Geçenki konuşmamdan sonra dinleyicilerden biri söz alıp “Anıl bey, söylediklerinizde haklılık payı var ama bütün kişisel gelişimcileri aynı potaya koyup hepsine şarlatan demenizi [dememiştim oysa] doğru bulmuyorum. Mesela ben bir ara kendimi çok kötü hissediyordum; Reiki’ye gittim, çok faydasını gördüm. Reiki işe yaramıyor diyemezsiniz, çünkü bende işe yaradı” minvalinde bir şeyler söylemişti. Bu yoruma katılan birkaç kişi daha, yine kendi kişisel deneyimlerine dayanarak, başka kişisel gelişim yöntemleri ve kitapları için “bende işe yaradı” ekseninde görüşler bildirdiler.

Maalesef, kişisel gelişim ve benzeri uygulamaları savunmaya yeltenen az sayıda insanın en kuvvetli argümanı bu:

“Bende işe yaradı.” Zira “Reiki bende işe yaradı” çıkışı üzerine başka bir katılımcı “valla ben de çok gittim, bende hiçbir işe yaramadı” diye haklı bir cevap vermişti. Eee şimdi Reiki işe yarıyor mu, yaramıyor mu?

İşte bilimsel yöntemden, bilim felsefesinden ve bu bağlamda plasebo etkisinden bihaber olan insanlar “ben yaptım oldu, bende işe yaradı, bir arkadaşım çok faydasını görmüş” gibi argümanlarla kişisel gelişim şarlatanlarını meşrulaştırıyorlar kendilerince.


Bir yöntemin sende işe yaradığını düşünmen o yöntemin etkili bir yöntem olduğunu göstermez (bkz. plasebo etkisi). Çünkü tedavi edici etkiye sebep olan onlarca faktör vardır. Bunların hepsini kontrol edip ayıkladıktan sonra tedavinin gerçekten işe yarayıp yaramadığını anlayabiliriz. Hayatını kişisel gelişim sektörüne adamış, seminer seminer koşup yüzlerce kişisel gelişim kitabı okumuş, Mümin Sekman denen kişisel gelişim uzmanını (!!!) kendine “mentor” olarak bellemiş, hatta Tony Robbins’in Fire Walk etkinliğine katılıp ayaklarını da yakmış yakın bir arkadaşım bir gün bana “Anıl, sen öyle diyorsun ama ben kişisel gelişim kitaplarının çok faydasını gördüm [“ben de işe yaradı” diyor yani], bugüne kadarki başarılarımı bu kitaplardan öğrendiğim kişisel gelişim prensiplerine borçluyum” gibilerinden bir şeyler söylemişti.

Ben de “Abi sen Türkiye’nin en zengin muhiti olan Bağdat Caddesi’nde varlıklı bir aileye doğmuş, anası babası yüksek eğitimli, erken yaşlarda gitardan matematiğe zilyon tane özel ders almış, en pahalı dershanelere yollanmış, yediği önünde yemediği arkasında, hayatının hiçbir noktasında maddi sıkıntılar yaşamamış, Türkiye’nin kaymağının kaymağında yüzen birisin ve şu anda bulunduğun noktayı tüm bunlara değil de Mümin Sekman’ın 7-10 yaş zekâ seviyesine hitap eden kitaplarına mı borçlu olduğunu düşünüyorsun?” diye sorunca şöyle bir kafası karışır gibi olduysa da aslında ne demek istediğimi tam olarak anlamamıştı. Abartarak örnek veriyorum, Ferit Şahenk servetini okuduğu iki kişisel gelişim kitabından öğrendiklerine mi borçludur, yoksa Ayhan Bey’den kalan holdinge mi?!

Mümin Sekman’ın başarı modelleri (!!!)
Başarı düşünürü (!!!) Mümin Sekman’ın internet sitesindeki kısa biyografisinde “sıfırdan zirveye yükselme modelleri” geliştirdiği, 21 yılda 21 kitap yazdığı, seminerlerine 100 binden fazla kişinin katıldığı, kitaplarının toplamda 3 milyondan fazla sattığı, Türkiye’nin 45 ilinde seminer verdiği falan yazıyor. Siz burada somut bir başarı görebiliyor musunuz?! Kitap yazmış, seminer vermiş… Kerameti kendinden menkul derler ya hani, öyle işte. Sevdiğim iktisatçılardan biri olan İtalyan Piero Sraffa’nın “Production of Commodities by Means of Commodities” başlıklı kitabı kariyeri boyunca ürettiği tek araştırmadır. İktisadi düşüncenin seyrini değiştiren 60 sayfalık bu kitabın yazımı 30 yıl sürmüştür. Mümin abimizin 21 yılda yazdığı 21 kitabın ağırlıklarını (ya da hafifliklerini) artık varın siz düşünün.

Peki Mümin Sekman’ın seminerlerine katılan 100 bin kişiden kaçı sıfır noktasından (yani işsizlik ve yoksulluktan) zirveye (yani holding CEO’luğuna) terfi etmiş?!! Bu sorunun cevabı Mümin abimizin sitesinde yok. Cevap 78 bin kişi falan olsaydı siteye konurdu zaten. Dolayısıyla cevap ya çok küçük bir sayı ya sıfır ya da bilinmiyor. Mümin Sekman’ın başarı modellerinin başarısına dair somut ve ikna edici açıklamalar olmaması tam bir muamma.

kisisel-gelisim-sarlatanligi-ve-plasebo-etkisi-545172-1.


Bakın, Mümin Sekman’ın geliştirdiğini iddia ettiği başarı modellerinin (“modeller,” birden fazla yani) anlatıldığı seminerlere katılan 100 bin kişiden, atıyorum, 148’i Bağcılar’dan Bağdat Caddesi’ne yükselmiş olabilir (pek sanmıyorum ama). Fakat bu Mümin Sekman’ın sözde modellerini teyit etmez çünkü 1) zaten 100 bin kişi içinden 148 kişi istatistiki olarak anlamlı olamayacak kadar küçük bir sayıdır, ve 2) belki o kişiler, başka sebeplerden ötürü zaten zengin olacaklardı, arada tesadüfen Mümin Sekman’ın süpermarket sepetlerinde 9.90 liraya satılan kitaplarına denk gelmişlerdir. Yani etken madde Mümin Sekman’ın başarı modeli değil babadan kalan miras, piyangodan çıkan ikramiye, belediyeden alınan bir ihale ya da rastgele girişilen çok alâkasız bir işin şansa bala tutması olabilir.

İstanbul’da bir evi, Miami’de bir evi… Doğru dürüst bir iş yapmadan böyle müreffeh bir hayat yaşayan Mümin Sekman’ın servetinin kaynağı aslında hiçbir işe yaramayan fasaryadan yöntemleri eğitimli cahillere kakalıyor olması (yani şarlatanlık) mı? Yoksa işe yaradığı ispatlanmış başarı modellerinin haklı karşılığı mı? Eğer ikincisiyse, Türkiye’deki 8 milyon işsiz enayi mi de Mümin Sekman’ın başarı modellerini okuyup zirveye yükselmiyorlar? Ben ekonomi bakanı olsam, devlet bütçesinden 10’ar liradan 8 milyon Mümin Sekman kitabı alıp işsizlere dağıtırdım. 80 milyon lira gibi küçük sayılabilecek bir harcamayla herkesin çok başarılı olmasını sağlar, “işsizliği sıfırlayan efsane bakan” olarak tarihe geçerdim. Üstelik devleti işsizlik sigortası ödemekten kurtarıp kamu bütçesine katkı da sağlamış olurdum.

Mümin Sekman’ın 7-10 yaş zekâ seviyesine hitap eden seminerlerinin işe yarayıp yaramadığını test etmek için kullanılması gereken doğru yöntem şudur: Başarısız insanlardan oluşan geniş bir örneklem alınıp ikiye bölünür. Her iki gruptaki başarısız insanların demografik karakteristikleri, sosyoekonomik durumları, zekâ seviyeleri, hatta genetik yatkınlıkları kontrol edilerek deney grubuna Mümin Sekman’ın başarı modeli semineri verilir. Kontrol grubuna da başarı modeli kisvesi altında iki saat boyunca kişisel gelişim gibi gözüken lâf salatası yapılır (plasebo). Hatta icabında üçüncü bir grup açılır; ona da dengeli beslenmek, düzenli spor yapmak, iyi uyku almak, klasik müzik dinlemek, edebiyat okumak vs. gibi insan hayatına olumlu etkisi klinik olarak kanıtlanmış uygulamaların anlatıldığı bir seminer verilir. Sonra bu insanlar, tıpkı Mischel & Ebbesen’in şu meşhur “marshmallow” deneyinde olduğu gibi, hayatları boyunca takip edilir.

Gittikleri okullar, standart sınavlardan aldıkları puanlar, girdikleri işler vs. gibi sonuçlar kaydedilir. En nihayetinde de elde edilen bulgular ekonometrik yöntemlerle kontrollü bir şekilde kıyaslanır.

Ronald Fisher’in bilime kazandırdığı istatistikî prensip gereği “sıfır hipotez” Mümin Sekman’ın seminerlerinin etkili olmadığıdır. “Alternatif hipotez” ise Mümin Sekman’ın seminerlerinin etkili olduğudur. Bu evrensel prensibe göre doğru olduğu varsayılan hipotez sıfır hipotez iken kuvvetli ispat gereken hipotez alternatif hipotezdir. Diğer bir değişle, ispat yükümlülüğü iddia makamında, yani Mümin Sekman’ın başarı modellerindedir. Dolayısıyla Mümin Sekman’ın grubundaki deneklerin diğer gruplardakilerden, istatistiki olarak anlamlı bir şekilde, çok daha başarılı olduklarının gösterilmesi gerekir. Bu sonuç gösterilmediği müddetçe Mümin Sekman’ın 7-10 yaş zekâ seviyesine hitap eden seminerinin etkisiz olduğu geçerlidir. Bütün bilimsel testler bu şekilde yapılır.

Bilimin aydınlatmadığı toplumları...
Bu kontrollü deney prosedürü kalburüstü bir üniversitede herhangi bir sosyal bilim ya da fen bilimi okumuş herkes tarafından bilinir. Benim böyle standart bir prosedürü koca koca insanlara anlatmak durumunda kalmam aslında bir dramdır. 2018 senesinde uçan arabalara binip bağcığı otomatik bağlanan ayakkabılar giymeyi beklerken insanlara kişisel gelişimin şarlatanlık olduğunu izah ediyor olmak hem çok üzücü hem çok düşündürücü.

Nasıl ilaç ve sağlık endüstrisinin kâr etmesi için hasta insanlara, ya da Lancome’un kırışıklık karşıtı kremleri 1400 liraya satmaya devam etmesi için güzel olmadığını düşünen kadınlara ihtiyaç varsa, aynı şekilde, kişisel gelişim sektörünün devamı için de, sosyolog Eva Illouz’un deyimiyle, kaybeden (loser) insanlara ihtiyaç vardır. Yekta Kopan’ın son romanında takıldığı gibi “İşinizde Yükselmeniz İçin Uygulamanız Gereken Beslenme Modelleri diye kitap bile gördü bu gözler. Siyez bulguru yerse bölüm şefi olacağına inanan insanlar var bu dünyada.” Benim inanan insanlarla fazla bir alıp veremediğim yok. Ama kişisel gelişim şarlatanları kapitalizmin düşürdüğü insanların zaaflarından istifade ediyorlar.

Kimseye anlamlı bir faydası dokunmayan saçmalıklar üzerinden köşeyi dönüyorlar. İşin kötüsü bu yalanları satın alan insanlar pasifize olup bulanık bir iyimserlikle hayatı yaşıyorlar. Toplumsal mücadeleye katılmak yerine boş vaatlerin peşinde koşarak zaman ve para kaybediyorlar. Zaten sistem statükonun devamı adına fonksiyonel gördüğü için kişisel gelişim şarlatanlarına göz yumuyor.