İki gün önce başbakan Hrant Dink suikasti ile ilgili konuştu

İki gün önce başbakan Hrant Dink suikasti ile ilgili konuştu. “Paralel yapı” dediği eski koalisyon ortağı ile mücadelesinin bu noktasında, “Başbuğ’un dediği oldu” başlığıyla verilen haberde, bir soruya cevap verirken. “Kişiselleştirilmiş dava” dedi. Eski Türkiye’de “münferit” denirdi, ilerleme bu.

Hrant Dink asla unutmayacağımız gibi 19 Ocak 2007’de Agos gazetesinin önünde katledilmiş, tetikçi yakalanmış, bu cinayette ihmali ya da dahli olduğu yönünde çok kuvvetli şüpheler bulunan pek çok devlet görevlisi ise sürekli terfi ettirilmişti. Bu terfilerin yaşandığı dönem, başbakanın “Bazı kitaplar vardır ki bombadan tehlikelidir” dönemiydi. Kabaca, 2007-2013 arası.

Kastettiği kitaplar, Ahmet ve Nedim’in kitaplarıydı. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in. Tutuklanmaları uluslararası infial yaratan bu iki gazetecinin adliye koridorlarında yaşadıkları, bir olağanüstü hukuk düzeninin çökmesine giden yolun başıydı aynı zamanda. Derin devletle hesaplaşma ihtimalinin yarattığı kamuoyu desteğinin birileri tarafından nasıl suistimal edildiği bu iki insanın başına gelenlerden sonra iyiden iyiye ortaya çıkmaya başlamıştı.

Peki ne yapmışlardı? Ne yapmışlardı da şimdi eski ortağının da çete olduğunu kabul ettiği bir güç tarafından hapse atılmışlardı?

Ahmet Şık, Dink cinayetinden sonra, Nokta dergisinde yayınlanan “Asker İç Güvenlikten Elini Çekmeli” başlıklı röportaj sebebiyle Hrant’ı göz göre göre ölüme götüren 301. maddeden, Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte yazdığı Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu ve Ergenekon’da Kim Kimdir? kitapları sebebiyle de “Ergenekon Soruşturması’nın gizliliğini ihlal ettiği” iddiasıyla üç yıl hapis istemiyle yargılanmıştı. Tutuklandığında “İmamın Ordusu” üzerinde çalışıyordu.

Nedim Şener 2009 yılında “Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat” ve “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” kitaplarını yayınladı. 2011’de ise, Hrant Dink suikastini konu alan “Kırmızı Cuma” adlı çalışması yayınlandı.

Ahmet ve Nedim 3 Mart 2011’de gözaltına alındı. Onların aslında masum olmadığına dair rezil iftiralarla dolu “gazeteler” yayınlandı, bazı gerizekalı kanaat önderleri de bu koroya dahil oldu. Onları Hrant suikastini kullanmakla suçlayan edepsizler bile oldu. Fakat onların cezaevine girerken ve yaklaşık bir yıl sonra çıkarken söyledikleri, yaşadıklarımızı mükemmelen tarif eden şeylerdi.

Ahmet Şık “Dokunan yanar.” dediği sırada, cemaatten söz etmek neredeyse ayıp, söz etmeye kalkan da hemen hemen darbeci gibi bir şeydi. Yani algı mahallesi öyle kuruluydu. Çıkarken de şöyle demişti Şık: “Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcılar ve hakimler bu cezaevine girecek. Onlar buraya girdiğinde adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, o çete bağlantılı adamlar buraya girecek. Bunlara sesini çıkarmadığı için siyaseten sorumlu AKP hükümetidir”.

Nedim Şener ise tahliyesinin ardından şunları söylemişti: “Hrant için adalet için diyerek cezaevine girdim aynı sözler ile çıkıyorum. Hrant Dink için adalet sağlanmadıkça ne özgürlükten ne güvenlikten bahsedebiliriz. Bundan sonra bütün amacımız Hrant Dink’in kanını yerde bırakmamak olacak. İlk haberim Hrant’la ilgili olacak. Gerçek hapsedilemez”.

Demek ki bu iki başarılı gazeteci, yıllar öncesinden başlayarak, hem Hrant Dink cinayetiyle hem de yargıdaki cemaat yapılanmasıyla ilgili araştırmalar ve haberler yapmışlar. Bu yaptıklarından ve sonra onlara yapılanlardan, 2013’e dek süren ve AKP-C koalisyonu çatlayana kadar bu koalisyonun dışındaki bütün toplum kesimlerini öyle ya da böyle mağdur eden “hukuk” süreçlerinden, bu süreçlere dair kapsamlı eleştirilerden çıkan sonuç ise şu: eğer yargıda bir çete vardıysa, ki öyle görünüyor, bu çetenin Hrant Dink cinayetiyle de muhakkak ilgisi vardı ve bu ortaya çıkmadan bu cinayeti anlamamız mümkün değil.

Peki başbakan ne diyor? Çetenin anlaşılması için Dink cinayetinin çözülmesi gerektiği yolundaki  görüşün hatırlatılması üzerine, şunu: “Olayı Dink davasına indirgemek küçültmek olur. Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır. Parelel yapı meselesinde ise devleti ele geçirme, ulusal güvenliği tehdit gibi büyük bir amaç var. Dink’in bu amacı gerçekleştirmelerini kolaylaştıracak devlette bir konumu yoktu ki..”

İndirgemeyelim tabii ama, kabul edelim ki bizim de işimiz zor. Bu konuda Ahmet’le Nedim’e mi inanalım, yoksa onlar hapisteyken kitaplarının bombadan bile tehlikeli olduğunu söyleyen ve şimdi de ona bunu söyletenler tarafından yıllarca kandırıldığına inanmamızı isteyen birine mi?