Kim okurdu, kim yazardı…

 

Üçüncü yılında bir kez daha altı gün süresince Amed’de, TÜYAP organizasyonuyla kitaplarla buluştu okur-yazar camiası.

Sadece kitaplarla değil, söyleşiler, imzalar, buluşmalar ve sergiler de vardı “Diyarbakır TÜYAP Kitap Fuarı”nda.

İstanbul üzerinden kitap fuarlarını izleyenler çok iyi biliyor ki; kitap fuarlarını izlenebilir kılan sadece yazarlarla buluşup kitap imzalatmak değil. Aynı zamanda onca kitabı bir arada bulup o yoğunluk içinde aradığı kitabı bulunca almak, kitaplar üzerinden kimi söyleşilerin kenarından köşesinden içine müdahil olmak, ayaküzeri de olsa ilgilenilen yazarla birkaç kelam edip yazın serüveni çerçevesinde sohbet olanağı yakalamak, okur tekinin ilgisini çekiyor.

İfade edeyim ki; diğer kitap fuarlarında olduğu gibi Diyarbakır kitap fuarında da bunlar ziyadesiyle yaşandı.

Murathan Mungan’ın son kitabı 23 yazarın Dêrsim üzerine yazdığı edebi hikâyelerinden oluşan “Bir Dersim Hikâyesi” on dolayında Dêrsim Hikâyesi yazarının katılımıyla fuarın en renkli ve en çok yazar katılımlı söyleşisi ve imzası oldu. Murathan Mungan’ın imza ve söyleşileri o denli ilgi gördü ki, Metis Yayınlarının fuar için Diyarbakır’a getirdiği  “Bir Dersim Hikâyesi” kitapları yetmedi, ertesi gün Murathan Mungan okurları Murathan’ın diğer kitaplarını yazarına imzalattılar.

Bir diğer uzun kuyruklar oluşturan yazar Can Dündar’dı. Can Dündar’ın Can Yayınlarından çıkan “Aşka Veda” kitabı ve söyleşisi istiap haddini doldururcasına ilgi gördü.

Uluslararası PEN Türkiye Merkezi Diyarbakır Temsilciliğinin “Şiirle…” şiir okuma programı Halil İbrahim Özcan’ın moderatörlüğünde 11 şairin katılımı ve şiir okumalarıyla hayli ilgi gören bir şiir buluşmasıydı.

Burhan Sönmez, Mıgırdiç Margosyan, Cezmi Ersöz, Kemal Siyahhan, Kemal Varol, Metin Aktaş, Fawaz Husên, Behçet Çelik, Müge İplikçi, Fatih Portakal, Sebastian De Courtois, Mehmet Özer, Selim Temo, Halide Yıldırım, Birsen İnal, Edîb Polat, Mîran Janbar, Lal Laleş, Sezai Sarıoğlu, Têmûrê Xelîl, Arjen Arî ve daha adlarını sayamadığım onlarca yazar, okurlarıyla buluşup yüzleştiler ve kitaplarını imzaladılar.

Türkiye’de TÜYAP organizasyonuyla düzenlenen kitap fuarları içinde Dîyarbekir fuarının çok özel bir yerinin olduğunu altını kalın kalemle çizerek vurgulamak durumundayım.

2010 yılında Diyarbakır Kitap Fuarının ilki düzenlenirken Kürtçe Dilinin hem anonslarda hem de programatik manada kullanımı tartışma kabilinden “acaba olur mu?” diye tartışma kabilinden “sıkıntı” yaratmıştı. Ama iki yıllık zaman dilimi içinde öyle bir “olgunluk” düzeyi yakalandı ki, kimi “resmi kaygılıların” bile örnek alacağı bir duruma dönüştü TÜYAP kurumsallığının dile / dillere dair çabası.

Dillerin birbirlerini ötelemeden iki dilin, Türkçe ve Kürtçenin peşpeşe aynı olgunlukla salonda bütün imzaları, söyleşileri, etkinlikleri, duyuruları paylaşmaları ve bunu yazılı programla da diğer dilleri de içine katarak paylaşmaları gerçekten Diyarbakır’a-Amed’e yakışan bir duruma gösterge oluşturuyordu.

Başta Aram, Lîs, Avesta, Nubihar olmak üzere en az 15 Kürt yayınevinin Kürtçenin basılı kitap alanındaki bayrağını her yıl daha da yükselterek ve bu yıl Kürtçenin okur sayısını fuar süresince adeta taçlandırarak kamuoyuna taşımaları fuarın en anlamlı kazanımıydı.

İnsan; sesini içinden değil, adeta yükselterek demek istedi ki; “İsteyince oluyormuş”. Dil; edebiyat için, diyalog için vardır. Bunun da yollarından biri kitaptır. İşte bu tür buluşmalarda yapılan / yapılması gereken de budur. Dilin hakkını teslim ederek kullanımıdır.

İlk kez gelen “Sabahattin Ali Sergisi” ile “Eski Diyarbakır’da Kültürel Çeşitlilik-Kaybolan Halklar” sergisinin Diyarbakır kitap fuarında okurla ve izleyici ile buluşması çok kıymetliydi.

Milliyet, Hürriyet, Vatan, Radikal ve Agos gazetelerinin stantlarıyla fuar süresince okurla kurduğu sıcak iletişim kayda değerdi.

Şehrin ve bölgenin hayatında bu denli önemli hareketlenmeye yol açan Diyarbakır Kitap Fuarının eleştirilecek yönü yok muydu? Elbette vardı.

Yazılı medyanın yaygın gazetelerinin, merkezden Cumhuriyet hariç hiçbirinin haber için temsilcisini görmedim diyebilirim. Sanki bir blokaj vardı. İstanbul Kitap fuarında adeta karargâh kuran ve her gün sıcak ve canlı haberler verip yayınlar yapan gazeteler ve televizyon kanalları maalesef Diyarbakır TÜYAP Kitap Fuarında yoktular. Görmediler, görmek istemediler.

İnsan teki ister istemez düşüneduruyor. Okumak, kitaba ilgi duymak, kimilerinin hayallerini zorlayacak ölçüde derin ve felsefi ilgi alanlarına doğru yelken açmak, yoksa hafızalarındaki Kürt algısına ters mi düşüyordu acaba!

Her neyse bütün yazdıklarımı, paylaştıklarımı ya da unuttuklarımı bir yana bırakayım.

Sonucu şöyle bağlayayım.

Aras Yayınlarının standında Mayıs ayı içinde Ararat News Publising tarafından Bulgarcaya çevrilip Sofya’da yayınlanan “Gittiler İşte” kitabımı imzalarken bir çocuk okurum standa geldi. Küçücüktü ve çok sempatik cin gibi bir çocuktu. Babası Fikret Çelebi ile gelmişti, Bawer. Elinde bir Diyarbakır anlatısı olan Türkçe-Kürtçe-İngilizce üç dilli “Dîyarbekir El Sallıyor” kitabım vardı. Bir önceki gece kitabı okuyup bitirdiğini babası söylüyordu. Heyecanlıydı, İlkokul ikinci sınıf öğrencisiydi ve kitabı okumuştu. Bıraktım imzayı ve çıktım standın dışına, ayaküzeri sohbet ettik, kitabını imzaladım. İki gün sonra Bawer’in babası tekrar fuara yanıma geldiğinde Bawer’in çokça kitap aldırdığını ve uyku gözlerinden akıncaya kadar okuduğunu söyledi.

Galiba kitap fuarlarının ve okur-yazar buluşmalarının böylesine hoş tarafları da var. Ama benim okurumla buluşmam galiba çok anlamlı ve kıskandıracak bir buluşmaya delalet ediyordu. Şehir üzerine edebiyat yapmanın böyle güzel buluşmaları da oluyor. Buna ev sahipliği yapmanın şıklığı da demek ki Kitap Fuarlarına kısmet oluyor…