Fahrenheit 451’de Ray Bradbury oluşturduğu evrenin distopya değil, yaşadığımız dünya olduğunu belirtiyor. Şimdi sor kendine, kitap kâğıtlarını tutuşturmayı sağlayan bir sıcaklık derecesi, düşünceyi ortadan kaldırmaya yeter mi?

Kitap yanar, peki düşünce...

Eda Köprü Yılmayan
Fotoğraflar: Murat Muratal

Duvarların televizyon ekranlarıyla donatıldığı evler, kitapların olmadığı, kitap okumanın, saklamanın suç sayıldığı, düşünmenin yasaklandığı bir dünya… Ray Bradbury’nin 1953 yılında kaleme aldığı Fahrenheit 451 romanı ölümsüz bir distopya. Totaliter yönetimlere, sansüre, faşizmin tek tip insan düşüne göndermeler yapan eserindeki örnekleri bugün de görmek mümkün.

Bradbury, kitabını yazdığında Soğuk Savaş dönemi sürmekteydi. Rusya ve müttefikleriyle Amerika ve müttefikleri arasında süren bu savaşta kimse bomba ve mermi atmıyordu, çünkü bomba atmak dünyayı üçüncü dünya savaşına, geri dönüşü olmayan bir nükleer savaşa sokabilirdi. Gizli Komünistleri saptamak için senato soruşturmaları yapılıyor, çizgi romanların kökünü kazımak için adımlar atılıyordu ve akşamları aileler televizyonun başında toplanıyordu.* Medya ise beyinleri uyuşturarak susturucu görevi görüyordu. Kitabın önsözünü yazan Neil Gaiman’ın verdiği bilgiye göre 1950’lerde şu espri yapılıyormuş: “Eskiden kimin evde olduğunu ışıkların açık olmasından anlayabilirdiniz; şimdiyse ışıkların kapalı olmasından anlaşılıyor. Televizyonlar küçüktü, siyah beyazdı ve net bir görüntü elde etmek için ışıkları kapamak gerekiyordu.” Rad Bradbury de “Bu böyle sürerse… Artık kimse kitap okumayacak,” diye kaygılanıyordu, Fahrenheit 451 bu duyguyla yazıldı. Bradbury kitabı tamamladığında Los Angeles İtfaiye Teşkilatı’nı arayıp, kâğıdın kaç derecede yandığını öğrendi. Kitabın adı kağıtların tutuşma ve yanma derecesi olan 451 fahrenheitı simgeliyor.

ROMANDAKİ DİSTOPYA YAŞATILIYOR

Distopik bir eserin tiyatroya uyarlamasının zorluğunun yanı sıra okurun kitaptan aldığı hissin sahneye aktarılması ve o evrenin dekorla izleyiciye yansıtılması çok da kolay değil. Erdal Beşikçioğlu yönetimindeki Tatbikat Sahnesi’nin Fahrenheit 451 oyunuyla başarılı bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Daha önce filmi çekilen, opera olarak da sahnelenen roman, kitabın kurgusuna uygun mekanik bir atmosferin canlandırıldığı dekorla sahneleniyor. Üstelik dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgını sürecinde oyunu, öykünün ruhuna uygun bir şekilde bilgisayar ekranından izlemek de romanda aktarılan distopyayı yaşatmaya devam ediyor.

kitap-yanar-peki-dusunce-820969-1.Olay roman okumanın, kitap almanın yasaklandığı, özel görevlilerce evleri aranan, kitapların toplanarak yakıldığı bir ülkede geçiyor. Romanın kahramanı bu görevi sorgulamaksızın yerine getiren itfaiyeci Guy Montag. Kitaplarını kurtaramayacaklarını anlayan bir grup aydın kitapları ele geçmeden önce ezberlemeye çalışıyor, böylece Shakespeare’i, Platon’u, Pirandello, Shaw ve diğer yazarları gelecek nesillere aktarmayı başaracaklardır. Oyunun bir bölümünde ekransız yaşayamayan insanları görüyoruz. Guy Montag’ın okuduğu şiir üzerine düşünmeyi, sözcükleri, duygularını yaşamayı unutan bir kadının gözyaşlarına şahit oluruz, o kadar susturulmuşlardır ki ne hissettiklerini de bilemezler. Medyayla uyuşan insanlar etraflarında neler olup bittiğinden habersizdir. Kitap okumaları yasaktır. Romanda adı geçen Faber’in dediği gibi “Kitaplar unutmaktan korktuğumuz bir sürü şeyi depoladığımız kapların bir türüydü yalnızca. Hiç sihirli bir tarafları yok. Sihir sadece kitapların söylediklerinde, evrenin parçalarını nasıl dikerek bizim için giysi haline getirdiklerindedir”.
Tatbikat Sahnesi izleyiciyi bir sorgulamaya davet ediyor:

Fahrenheit 451’de Ray Bradbury oluşturduğu evrenin distopya olmadığını, yaşadığımız dünya olduğunu belirtiyor. Yani anlatılan bizim hikâyemiz. Oyunu Tatbikat Sahnesi’nin şu sorusunu aklınızda tutarak izlemenizi öneriyoruz: Şimdi sor kendine, kitap kâğıtlarını tutuşturmayı sağlayan bir sıcaklık derecesi, düşünceyi ortadan kaldırmaya yeter mi?

*Fahrenheit 451, Rad Bradbury, sayfa 13