Walter Benjamin’in kitapla kurduğu ilişkide öncelik anlatıların, biçimlerin ve dahasının değil, hayatın; geride kalan hayatın

Kitaplar için yerleşik düzen ve kader

ONUR AKYIL

Sub Press etiketiyle okuyucuyla buluşan Walter Benjamin’in ‘Kitaplığımı Yerleştirirken / Kitap Koleksiyonculuğuna Dair Bir Konuşma’ adlı çalışmasının bize ilk fısıldadığı şey, bir kavram olarak biriktirmenin kitaplarla olan ilişkisi. Kitap nasıl birikir? Belki de aklındaki sorunun temel biçimi bu Benjamin’in, ama ister istemez, bu sorunun ve biriktirme kavramanın önünde ve biraz da ötesinde başka bir mesele devreye giriyor: Düzen. Benjamin kitapların henüz raflarda olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Düzenin hafif sıkıcılığı henüz onlara dokunmadı.” Peki öyleyse, görünen o ki, kitapların birikmesinden kasıt gerçekten biriken kitaplar, nesnelerin düzeni üzerine bir bakış, bir algı, bir cesaret gösterisi. Henüz kaygı yok; dağınıklık hali de kitapların birikmesine, birikmiş olmasına ve / veya birikecek olmasına engel değil. Düzen şimdilik kitapların kendilikleriyle ilgili, kendi içlerinde; Benjamin yavaş yavaş müdahale edecek. Düzenin hafif sıkıcılığına işlerlik kazandıracak olan o…

Tutku? Kaos?

Bunun pek de hoş bir şey olmayacağını, en azından kendisi için, Benjamin de biliyor. Her müdahale, her biçimleme nihayet itibari ile var olan bir düzeni bozma anlamı taşıyor. İşte bu noktada Benjamin’in çalışkan zihni ona bir çözüm üretmek ve onu en azından bir anlamda rahatlatmak zorunda. Bu noktada Benjamin, tüm tutkulu şeylerin kaos olan yakınlığına sığınıyor; Benjamin’in böyle bir iddiası var. Fakat tutku ve kaos yakınlığını dünyaya, gerçeğe çekmeye ihtiyaç duyuyor sanki ve şöyle diyor: “(…) ama koleksiyoncunun tutkusu bilhassa hatırların kaosuna yakındır.”. Bütün bu lafların, kitaplığı yerleştirmekle ne alakası var? Var! Bunların tüm ya da aslında var olan, insani etkileşim açısından ‘var olan’ şeylerin hepsi, kitaplık dizerken bile kendilerini ortaya çıkaran ayrıntılar olarak önemli. İnsan açısından bağımsızlık imkânsız aslında, üstelik elle tutulmayan şeylere olan bağlılık var burada. Bu daha da ilginç… Tutku? Kaos? İşte tam da burası sanırım: Hatırların Kaosu: Ne düzenliyorsak hayatımızda, altında bu var, yalnızca kitaplar için geçerli değil belki de. Ama anlaşılan o ki, Benjamin’in kitapla kurduğu ilişkide öncelik anlatıların, biçimlerin ve dahasının değil, hayatın; geride kalan hayatın.

Hayat; bir şeye bir yerinden hayat sözcüğü eşlik ediyorsa elbette kader de eşlik ediyordur. Fakat burada kader elbette gerici okumalardaki kader değil, bu daha çok kaçınılmaz olan anlamında takdir edeceğiniz üzere; önceden belirlenmiş ve bu yüzden de kaçınılmaz olan anlamında değil. Peki Benjamin neden yalnız kitapların değil, kitapların kopyalarının da kaderleri olduğunu düşünüyor, bu olması gereken değil mi zaten, kimde hangi kitabın ya da kitapların orijinali / orijinalleri var ki? Hele ki bu çağda? İşte acı gerçeklerden biri dijital dünya gerçek nüshayı yok ediyor. Belki de Benjamin’in düşünme sürecinde, kitaplığının önünde şimdiye vurulduğunda bir parça da olsa geçersiz olabilecek tek yargı burada. Evet, eskiden, el yazması, ilk nüsha, orijinal metin vardı; şimdi ister istemez dosya uzantıları var. Peki, bu bütün büyüyü ortadan kaldıran bir şey mi? Ya da şöyle soralım kitapların ve kopyalarının kaderleri ellerinden alındı mı? Nesne olarak evet; öz olarak asla… Ama kabul edilmeli ki macera, rota, yol, uzam… Kısaldı, daraldı, kısaldı, daraldı, kısaldı, daraldı.

Çalmak diye bir şey yok

Elbette kader demişken, kitabı çağırmanın ya da edinmenin yöntemi, bu da bir bağıntı hatta ne bağıntısı düpedüz bir köprü; uzun, oldukça uzun bir köprü. Çalınmış bir kitabı rafa bıraktığınızda tanıyabilir misiniz? Çalınmış bir düşünceyi tanıyabilir misiniz? Ya da ağırlaşmış haliyle aynı soru: Çalınmayı tanıyabilir misiniz? İnsanlar kendileri için kitaplar alırlar ve bir kütüphane kurarlar; işin korkunç tarafı da burada, kütüphane dolu dolu bir sözcük. On kitap bir kütüphane eder mi? Belki de bu yüzden burada aslında çok sert bir belirleme yapıyor Benjamin, sıradan bir şey söyler gibi: “Geleneksel kitap edinme yollarından bir koleksiyoncu için en münasip olanı iade etmemek şartıyla kitap ödünç almaktır.” Doğru, işi bu yazıyı yazan olarak ben zorlaştırıyorum, ortada çalmak diye bir şey yok, iade etmemek diye bir şey var… Mutlaka kadere, kitabın kaderine dâhil olmalı.

İşte buradan sonra başta söylediğini, daha doğrusu sorduğu soruyu yumuşatmak zorunda kalıyor Benjamin. (Zorunda kalıyor ibaresi biraz metnin kibarlığından ve genel anlamından uzakta ama belki de Benjamin zorunda kalmanın ne demek olduğunu iyi bilen bir aydın.). Sonuç olarak geldiğimiz nokta şu: “Anlayacağınız, bir kitap koleksiyoncusuna göre tüm kitaplar için gerçek özgürlük onun raflarında bulunur.” İşte hayatın anlamı: Tutku, bağlılık, sahip olma, faşizm. Faşizm? Görünen o ki çoğu dostumuz kitaplıklarını yerleştirmeye harcadıkları vakti, yerleştirdikleri kitapları raflarından alıp okumaya harcamıyorlar. Öyle ya, düzen bozulmamalı… Hele ki Benjamin’in üzerine bunca durduğu ve temelde rafların özgürlük alanları olarak kitap sahiplerini (koleksiyoncu denince yumuşayan bir şey yok) rahatlattığını söylemesi üzerine ben ne diyebilirim ki…

Benjamin, çoğu Marksist düşünür ve eleştirmen açısından ‘ilginç biri’ydi. Fakat haksız bulunulduğuna da pek rastlanmaz.

Öyleyse ondan öğreneceğimiz ve öğrenirken onunla birlikte yeniden düşünebileceğimiz çok şey var. Sub Press’e sevgiler.

kitaplar-icin-yerlesik-duzen-ve-kader-520226-1.