Özge Mumcu Aybars Ülke olarak, 2019 kışına girerken, devletin sistem değişikliği, gazeteciliğin yapılamaz hale gelmesi ve dolayısıyla yolsuzlukların üzerine gidemiyor olmanın derin sıkıntısı, basın özgürlüğünün olmaması bizleri daracık yaşam alanlarına hapsediyor. Bu yazıda babamın gözünden bugüne bakmaya çalışacağım. Uğur Mumcu öldürülmeden iki gün önce, Gözlem köşesinde şu satırları yazıyordu: “İmam-hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden […]

Kitaplar öldürülmez!

Özge Mumcu Aybars

Ülke olarak, 2019 kışına girerken, devletin sistem değişikliği, gazeteciliğin yapılamaz hale gelmesi ve dolayısıyla yolsuzlukların üzerine gidemiyor olmanın derin sıkıntısı, basın özgürlüğünün olmaması bizleri daracık yaşam alanlarına hapsediyor. Bu yazıda babamın gözünden bugüne bakmaya çalışacağım.

Uğur Mumcu öldürülmeden iki gün önce, Gözlem köşesinde şu satırları yazıyordu: “İmam-hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden art arda imam-hatip okulları açılıyor? Neden bu okullardaki öğrenci sayısı her yıl bu kadar artıyor? İmam-hatip lisesi mezunları neden yetiştirildikleri alanlar dışındaki işlerde görevlendiriliyor? Eskiler, “camiye, kışlaya, mektebe siyaset sokulmaz” derlerdi. Bu yasa tasarısı TBMM’den geçerse, camilere ve okullara sokulan dinsel siyaset, kışlalara da sokulmuş olacak.”

Araştırmacı gazeteciliğe adanmış bir yaşam

Babam 1942’den, yaşamının elinden alındığı 24 Ocak 1993’e kadar, 25’i aşkın araştırma kitabı, sayısı binleri aşan köşe yazısına hayat verdi. Haftada 6 gün köşe yazıyordu. Araştırdığı konular, önce yazı dizisi olarak Cumhuriyet gazetesinde yer alıyordu. Onun yazdığı köşe yazılarının farkı, yolsuzlukları, terör ve silah kaçakçılığı bağlantısını, rabıta örgütünün varlığını, o örgütten para alanların bağlantılarını sansür gözetmeden, gereğinde mahkemelerde yargılanmayı göze alarak korkusuzca yazmasıydı.

Elbette, ele aldığı konuların birçoğu, 30 yıl önce, en yakını ise 26 yıl önce yazıldı. Babamın geçen yıllara rağmen, insana, çağdaş topluma, aydınlanmaya, emperyalizme ve de hukukun üstünlüğüne dair hümanist bakış açısının değişmeyeceğini söylemem mümkün.

1992’de, yani yaşamının son yılında yazdığı şu satırları, onun barışa olan özlemini, insan ve topluma nasıl baktığını da özetler: “Çağdaş bir dünyada ırkçılık ve din iki büyük, tehlikeli silahtır. Irkçılığın bir türü başka bir ırkçılığı, şovenizmin bir türü başka bir şovenizmi kışkırtır. Her ırkçı ve şoven duygu, bir başka şoven ve ırkçı düşüncenin düşman kardeşidir. Dünya, ırk ve din savaşları yüzünden ne büyük acılar çekti. Uygar ve çağdaş insan için barıştan başka bir yol, uzlaşmadan başka seçenek var mı?

Rabıta örgütü ve laiklik bağlantısı

Babam, Rabıta kitabını 1987’de çıkardı. ‘Rabitat-ul-Âlem-ul-İslam’ adı verilen şeriatı modern sistemde yaşatmak için İslam devletleri birliği kurmak isteyen kuruluşun, Türkiye’de bağlantısı bulunan dernekler, derneklerin bulunduğu cemaat yapıları, o cemaatlerde bulunan kişiler gibi birçok konuyu ön plana alıyordu. Babamın kitapları hem isim, hem kurum, hem de bağlantı noktaları bakımından karmaşıktır, takip etmek üstün bir dikkat ve hafıza gerektirir. Bu noktaları sadeleştirmek ve okura rahatlıkla da anlatmak, onun en önemli özelliklerinden biridir kanımca. 1987 tarihli Rabıta bugün halen başvuru kitabı.

“[Rabitat-ul-Âlem-ul-İslam] Bu kuruluşun maddi destekçisi ‘Aramco’ adlı bir Amerikan petrol şirketidir. Kuruluşun hicri recep 1383 tarihinde Mekke’de yayınladığı tüzükte, ‘Müslüman ülkelerinde İslamcı yönetimlerin kurulmasına çalışmak”‘ amacı yer almaktadır. Özetle, örgütün amacı İslam enternasyonalizmini kurmak… Bu uğurda çalışmaktır.

‘İslam enternasyonalizmi’ni amaç edinmiş bu örgütün, etki alanı içine almaya çalıştığı ülkelerin başında Atatürk devrimleri ile batılı laik bir düzen seçmiş Türkiye gelmektedir.

Bugün, geriye doğru dönüp baktığımızda, 1976 yılında Pakistan’da ‘Rabıta Örgütü’nün öncülüğünde toplanan ‘Seerat Kongresi’nce alınan bütün kararların, Türkiye’de uygulanmaya başlandığını görüyoruz. Din ve inanç özgürlüğünün en sağlam güvencesi laiklik ilkesidir. Bu ilke, siyasal amaçlı dinsel akımların devlet yönetimine egemen olmasını önlemek için getirilmiştir. Bu ilkenin, ne kadar önemli ve vazgeçilmez nitelikte olduğunu, her gün yaşadığımız olaylarla çok daha iyi anlıyoruz.

Bugün, devletin içinde hangi tarikatların güçlü olduğunu ve isimlerini biliyorsak, Rabıta sayesindedir.

Değişmeyen ekonomik bağlar: Tarikat-siyaset-ticaret

Bir sonraki alıntı, Tarikat Siyaset Ticaret kitabından. Bu iki kitabın, ekonomik ilişkileri ve bunların iktidarla olan bağlantısı bakımından birbirini tamamlar nitelikte olduğu da söylenebilir.

“Oh ne kolay!.. Çek bir besmele, gelsin paralar… Finans kuruluşları, şirketler ve bu finans kuruluşları ve şirketler aracılığı ile kazanılan milyarlar… Elhamdülillah Müslümanız!.. Elhamdülillah milyarderiz!… Bir kolumuz siyasette, öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda… Bir üçgen bu… Ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni… Bunlar dindarın sahtecileridir. Zavallı yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenler de bunlardır. İnanç sömürücüleridir bunlar…

…Öte yandan da sahte Atatürkçüler… İşlerine geldiği sürece, bu sahte Müslümanlar ile kol kola girip, öpüşenler… Birbirlerine siyasal destek sağlayanlar… Yasakçılıkla, hot-hotçulukla Atatürkçülüklerini kanıtlayacaklarını sananlar…”

Burada bir süre duralım. Ekonomik ilişkilerin akışkanlığı, ideolojilerin içini de boşaltıp, tamamen başka bir kaba büründürdüğünün altını çizelim. Bir önceki paragrafta, tarikatların, ticaret ve siyasetle olan bağlantısına dikkat çekiyor ve de ‘Sahte Atatürkçüler’den bahsediyor. 1980’lerin Atatürk’ü yeniden şekillendirmesiyle, babamın Mustafa Kemal devrimlerini ön plana çıkaran yaklaşımını ayrı tutmak gerektiğini yeri gelmişken vurgulayalım.

Babamın sık sık değindiği, üzerine araştırmalar yaptığı en önemli konulardan biri terör. Terörün bağlantıları, PKK ile Ortadoğu politikasının bağlantısı, silah kaçakçılığı bağlantısı, siyasi cinayetlerin kimler tarafından işlendiğini fikri takip yaklaşımıyla araştırma.

“Her yerde ve her zaman barışı savunmak, emperyalist savaşlara, teröre ve terörizme karşı çıkmak, demokrasiye, barışa ve özgürlüğe inanan insanların ortak görevidir.

Bir ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eşanlamlıdır. Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve hukuk devleti için ilerde onarılmaz yaralar açar.”

Babam terörü uluslararası hukuk ve hümanizm çerçevesinde ele alıyor ve terörün karşısında insan hakları, hukuk ve barış istemiyle durulmasına inanıyordu.

Kürt hareketinin Ape Musa’sı Musa Anter cinayetinden sonra 1992’de: “Anılarını ve yazılarını hep okurdum. Kendi davasının inançlı, dirençli ve yürekli bir savaşçısıydı. Aziz Nesin’in kendi yaşamını anlatırken yazdığı gibi Musa Anter de ‘gözyaşlarından kahkahalar süzen’ kişilikte bir insandı.Davasına katılır ya da katılmazsınız, savunduğu görüşlere karşı olursunuz ya da olmazsınız. Ne fark eder? Hangi ideoloji, hangi görüşü savunursanız savununuz, Musa Anter gibi insanlara saygı duymalısınız. Musa Anter, örneklerini son yıllarda sık sık gördüğümüz türden, devre göre kişilik ve görüş değiştiren ideoloji tüccarlarından değildi. Anter, yaşamını kendi davasına adamış bir Kürt aydınıydı. Böyle bir insana kim kurşun sıkar? Kim kıyar 75 yaşını aşan bir yaşlı delikanlıya? Türkiye’yi bir kan gölüne sürüklemek ve Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman etmek isteyenler…” diyecekti.

Son söz yerine Abdi İpekçi cinayetini ve Papa suikastını araştırdığı günlerden kalan Papa Mafya Ağca’dan son alıntı: “Silahların sustuğu, düşüncelerin kır çiçekleri gibi özgürce serpilip geliştiği günler; ne yazık ki, günümüz insanının hiç gerçekleşmeyecek bir özlemi gibi görünüyor. Terör ile savaşanlar, hiç olmazsa, insanlığın bu ortak özlemini yüreklerinde taşımalıdırlar. Çünkü yaşama sevinci ve umudu bu özlemlerden kaynaklanıyor.

Silahların sustuğu, düşüncelerin kır çiçekleri gibi açtığı günleri göreceklere ne mutlu!”

Ülkemizin geleceği için en büyük dilek.