Nazilerin adeta dinsel birer ayine dönüştürdükleri kitap yakma eylemlerinin en büyüğü 10 Mayıs 1933’te, Berlin - Opernplatz’ta gerçekleşmişti. Silahlar eşliğinde toplanmış, rastgele üst üste yığılmış yirmi beş bin kitap içinde Heine’nin metinlerine de özel bir ilgi vardı. Bu ilgide Heine’e yönelik yazılarının katkısı büyüktü.

Kitapları yakabilirler mi?

Önder Kulak - Dr., Felsefe

Heine’nin en ilgi çekici metinlerinden birisi de, 1823 yılında yayınlanmış olan Almansor’dur.1 Almansor, köklü Endülüs şehri Granada’nın 1492’de İspanya Krallığı tarafından işgal edilmesi sonrasında yaşananları konu eder.

Krallığın şehrin ilhakıyla birlikte ilk eylemi, yerli halkı din değiştirmeye zorlamak olmuştur. Bu dayatmayı reddeden binlerce insan engizisyon eliyle katledilirken, kaçabilen az sayıda kimse de dağlara çekilir. Olacakları öngörenler ise şehrin işgalinden çok önce evlerini terk etmişlerdir. Ailesinin kararıyla şehri terk etmek zorunda kalanlardan birisi de Almansor’dur.

Almansor, Fas’a henüz vardıkları günlerde önce annesini, ardından kısa süre sonra babasını kaybeder – daha doğrusu anne ve baba bildiği kimseleri. Fas’ta bir başına kalmıştır. Bir yandan Granada’yı, bir yandan sevdiği kadını özlemektedir. Böylece kendisine daha fazla mani olamaz ve din değiştirerek şehirde kalabilen ve statüsünü koruyabilen varlıklı bir ailenin kızı, Zuleima’ı bulmak için şehre geri döner. Hikâyenin sonraki kısımları ilgi çekici bir aşk hikâyesinin parçalarından oluşur.2 Ne var ki hikâyenin içine yerleştirilen birtakım anlatılar çok daha önemlidir. Bu anlatıların çoğu zaman hikâyenin önüne geçtikleri söylenebilir…

Almansor Granada’ya döndüğünde, daha önce bildiği yüzlerden yaşananları dinler. Ona öfkeyle, krallıkla anlaşarak eski varlıklarını koruyanlardan, yeni egemenler safına katılanlardan bahsedilir. Halka yaşatılan baskı, işkence ve katliam anlatılır. Almansor’a konuşan yüzlerden birisi de ailesinin eski yardımcısı Hassan’dır.

Hassan yaşananlara karşı dağa çekilen ve krallığa karşı çıkan savaşçılardan biridir. Karşılaştığı haksızlıkları hararetle Almansor’a aktarır ve bir diyalog içinde, engizisyonun binlerce kitabı ve kütüphaneleri yakmasına atfen söylediği şu ifadeler geçer: “Bu sadece bir başlangıçtı, kitapları yakmış oldukları bu yerde, sonunda insanları da yakacaklar.”3
Hassan’ın ifadesi, “zamanın ötesinde” bir eleştiri olarak kendini ortaya koyar. Bu eleştiri örneğin Granada’nın İspanya Krallığı öncesi ilhakını da kapsar. Öyle ki Endülüs Devleti’nin ilhak sırasında yaptıkları, İspanya Krallığı ile aynı noktadadır. Bunun belki de en iyi tanıkları yakılan kitaplardır.

Heine Almansor’da, egemen ideolojinin dinsel kimlikler üstünden örttüğü toplum ilişkilerini teşhir eder; onları olduğu gibi sergilemeye çalışır. Bunu özellikle karakterlerin hikâye sırasında edindikleri farkındalıklar marifetiyle aktarmaya çalışır. Karakterler söz konusu farkındalıklar sayesinde, ayrımların ötesindeki gerçeklikleri görme olanağına kavuşurlar. Her ne kadar dinsel örtüden büsbütün sıyrılamazlarsa da, bir esinti misali örtüyü kaldıran farkındalıklar, hikâyenin gidişatında etkili olurlar.

Nazilerin Heine karşıtlığı
Nazilerin sansür listesinin ilk sıralarında Heine de vardı. Birçok yasaklı yazara dair açıklama ihtiyacı duyulmazken, Heine için Nazilerin resmi günlük gazetesi Völkischer Beobachter’da kapsamlı yazılar kaleme alınmıştı. Bunun nedeni Heine’nin sanatının halk nezdindeki yaygınlığıydı. Örneğin bir halk söylencesine ilişkin yazdığı Lorelei isimli şiiri oldukça seviliyordu. Bu şiir bestelenmişti; insanların sıkça mırıldandığı bir şarkı haline gelmişti. Bu yaygınlığı kırmak için Naziler, Heine’nin yaygın eserleri üstünde bilhassa duruyor, onları “kötülük” kavramıyla özdeş tutan yazılar yazıyorlardı.4
Nazilerin adeta dinsel birer ayine dönüştürdükleri kitap yakma eylemlerinin en büyüğü 10 Mayıs 1933’te, Berlin - Opernplatz’ta5 gerçekleşmişti. Silahlar eşliğinde toplanmış, rastgele üst üste yığılmış yirmi beş bin kitap içinde Heine’nin metinlerine de özel bir ilgi vardı. Bu ilgide Heine’e yönelik yazılarının katkısı büyüktü.

kitaplari-yakabilirler-mi-515344-1.
Ali’nin katledilmesiyle halk nezdindeki etkisinin yiteceğine, düşüncelerinin yayılmasının sona ereceğine inanılmıştı. Bu inanç Opernplatz’ta, Goebbels tarafından dile getirilenden çok da farklı değildi. Ne var ki kitaplarının basılması engellenirken, binlercesi yakılırken, Ali’nin etkisi daha da büyümüştü. Bunun karşılığı ise okurlar üstündeki baskının artması olmuştur.


Nazilerin kitap yakma eylemi ve döktükleri kanla kurdukları ilişki, Heine’nin haklılığına işaret ediyordu. Kaldı ki Heine’nin yaklaşık bir yüzyıl önce Hassan’ın ağzından sarf ettiği sözcükler esasen bir öngörüydü. Almanya’nın o günkü ayrımcılık pratiklerinin ulaşabileceği aşırı noktaların ne gibi sonuçlar doğurabileceğine işaret ediyordu. Heine, Hassan’ın ortaya koyduğu farkındalık üstünden, kitapların yakılmasının nedenlerine dikkat çekmek istiyordu.

Kitapları neden yakarlar?
Kitaplar belirli bir sınıfın fikirlerini içeren, o sınıfın bakış açısından doğal ve toplumsal gerçekliği açıklayan ve yorumlayan mevzilerdir. İçerdikleri düşünceler bir sınıfın kendilik bilincini oluşturmasına yardımcı olan en etkin araçlardan biridir. Bu noktada emek sömürüsüne dayanan sınıfların çıkarlarına aykırı düşen ve daha önemlisi düzeni tehdit eden metinleri hedef almaları, hasımlarını mümkün olduğunca bu araçtan yoksun bırakmaları beklenir.6

Naziler Heine’nin kitaplarını yakarak düşüncelerinin bireylerden topluluklara yayılmasını engellemeyi amaçlamışlar; ayrıca, yasaklanan düşüncelerin hâlihazırda bulunduğu mevcut zihinleri sessiz kalmaları ve bildiklerini unutmaları için tehdit etmişlerdi. Buna karşılık, Heine’nin düşünceleri hem Almanya’da hem de başka ülkelerde yayılmayı sürdürüyordu.

Örneğin Sabahattin Ali o günlerde Heine okuyor, kimi metinlerinin çevirilerini yapıyordu.7 Heine, Ali’nin en sevdiği yazarlardan biriydi.

Ali de Heine gibi, ülkesinin yasaklı yayın listesine dâhildi. Örneğin başyazarı olduğu, çok kez kapatılmış olan Marko Paşa’nın onlarca sayısı toplatılmıştı. Yine birçok çalışması defalarca yasaklanmış, toplatılmış ve yakılmıştı. Ne var ki Ali’nin etkisi engellemelere rağmen durdurulamamıştı. Bu nedenle önce gündelik yaşamı üstünde baskı kurulmuş, sonra bu kuşatmanın yetmediği noktada kendisine doğrudan saldırılar yönelmiş ve en sonu çeşitli hapishanelerde alıkoyulmuştur. Alıkoyulmasının başlıca amacı, düşüncelerinden vazgeçmeyeceği aşikâr olan Ali’nin en azından sessiz kalmasını sağlamaktı. Ne var ki Ali tüm bu süreçlerde de üretimde bulunmayı sürdürmüştür. Bedelleri pahasına düşüncelerinde ısrarcı olmuş ve neticesinde katledilmiştir – Hassan bir kez daha haklı çıkmıştır.

Başarabilirler mi?
Ali’nin katledilmesiyle halk nezdindeki etkisinin yiteceğine, düşüncelerinin yayılmasının sona ereceğine inanılmıştı. Bu inanç Opernplatz’ta, Goebbels tarafından dile getirilenden çok da farklı değildi. Ne var ki kitaplarının basılması engellenirken, binlercesi yakılırken, Ali’nin etkisi daha da büyümüştü. Bunun karşılığı ise okurlar üstündeki baskının artması olmuştur.

Ali’nin kitaplarını bulundurmak uzun bir dönem suç kabul edilmiştir. Bu kitapların başında da Sırça Köşk gelmektedir. Sırça Köşk’ten neden bu kadar korkulduğu, kitabın başlığıyla aynı isimli öykünün satırlarında bulunabilir. Ali, “Sırça Köşk”ün bulunduğu toplumlarda yaşanan sömürü ve baskı koşullarını eleştirmektedir. Öykünün son satırında ise Sırça Köşk’e dair çağrı niteliğindeki şu belirlemeyi yapmaktadır:

“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”8

Ali’nin deyişiyle Sırça Köşk’ün sakinleri, ne o gün ne de sonrasında onunla başa çıkabilmiştir. Heine gibi Ali de bugün halk tarafından en çok okunan yazarlardan biridir. Her ikisinin de düşünceleri hem kendi dillerinde hem de başka dillerde, ilerledikçe büyüyen kartopları misali halkın zihninde dolaşmayı sürdürüyorlar.

Bu sürekliliğin başlıca nedeni halkın kendisine ait olanı sahiplenmesidir. Öyle ki tarih, yeri geldiğinde yasaklanan kitapların duvarlara yazıldığına, elle çoğaltıldığına ve hatta ezberlendiğine dahi tanık olmuştur. Bu iki yazarın hikâyesi ise, küçük bir kartopunun, tüm engellemelere rağmen, Heine’nin şiirlerini Nazi devriyeleri gölgesinde ısrarla duvarlara yazan öğrencilerden, Ali’nin kitaplarından çıkardığı alıntıları 12 Eylül günlerinde elle çoğaltarak arkadaşlarına dağıtan işçilere kadar binbir emekle, halkın elinde nasıl bir çığa dönüştüğünü anlatır.

1 Heinrich Heine, “Almansor: Ein Tragödie”, Heinrich-heine-denkmal, 2011,

2 Almansor’a dair bir özet ve ayrıntılı bir inceleme için bkz. Marianne Anderson, “An Analysis of Heinrich Heine’s Dramatic Works: ‘Almansor’ and “ ‘William Ratcliff’ “, All Graduate Theses and Dissertations, 4568, 1980, ss.

3 Heinrich Heine, “Almansor: Ein Tragödie”, s. 21: “Das war ein Vorspiel nur, dort wo man Bücher verbrennt, verbrennt man auch am Ende Menschen.”

4 Bkz. “Nazis Ban Song ‘Lorelei’ Because Heine Wrote It”, New York Times, 15.11.1938.

5 Opernplatz 31 Ağustos 1947’de faşizme karşı kazanılan zaferin ardından Almanya Sosyal Demokrat İşçi Partisi liderlerinden August Bebel’in anısına Bebelplatz olarak isimlendirilmiştir ve bugün bu ismini korumaktadır.

6 Ki burada başlıca hasım elbette emeğine dayanan sınıflardır.

7 Örneğin bkz. Heinrich Heine, “Mahpusun Şarkısı”, Çığır, sayı 15-16, çev. Sabahattin Ali, Temmuz-Ağustos 1934.

8 Sabahattin Ali, Sırça Köşk, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016, s. 141.