Baudrillard, ‘Sessiz Yığınların Gölgesinde’ adlı kitabında, kitleler ve anlam üzerine tespitler yaparken, siya-si nedenlerle bir avukatın Fransa’dan sınır dışı edilmesiyle Fransa’nın Dünya Kupası’na katılmak için ele maçına katılışının denk geldiği 1977’nin 16 Kasım gecesini örnek verir: Santé Hapishanesi’nin önünde gösteri yapan birkaç yüz kişi. Gece yarısı koşan bir avukat ve geceyi ekran başında geçiren yirmi milyon insan. Fransa kazandığında atılan sevinç çığlıkları. Aydın beyinlerin bu aptallaştırıcı vurdumduymazlık karşısında duydukları utanç ve şaşkınlık.” Croissant adlı avukatın sınır dışı edilmesini önlemek için Sartre, Foucault, Deleuze gibi düşünürler eylemler düzenlemişlerdi. Normalde herkesi ayağa kaldıracak pek çok olay olsa da, kitleler, bazı istisnai durumlar dışında sessizlik içinde kalmayı yeğler genellikle.

Günümüzde dünyayı saran şey, uzun zamandır kitle siyaseti. Popülist politikacıların bu denli revaçta olma-sının nedeni de bu. Baudrillard’ın 70’lerde yaptığı tespitleri, bugün çok daha çıplak bir biçimde gözlemle-yebiliyoruz. “Kitleler, sınıf ya da halk gibi bütünlere benzemez” diyor Baudrillard, “İçine çekildikleri ses-sizlik aracılığıyla artık tarihin de ilgi alanı dışına çıkmışlardır.” Baudrillard’ın bu kitabında yaptığı tespitler, Adorno’nun ‘kitle kültürü’ üzerine yazdıklarıyla örtüşüyor. Toplumun yaşadığı kültürel krizin ekonomik ve siyasi boyutlarını anlamadan, günümüzde yaşanan psikolojik sorunların nedenleri ve çözümleri üzerine düşünmek eksik kalır. Tüketim toplumu ya da Adorno’nun tabiriyle ‘Kitle Canavarı’, insanlığın ve dünya gezegeninin en büyük düşmanı olsa gerek. Halk ya da sınıf gibi bütünler, bir anlam, bir çıkar, bir ideal üzerinden hareket ederken, kitleler her şeyi yutan bir canavar gibidirler: “Bir başka deyişle toplumsala ve politikaya ait olan bütün elektrik akımını emerek nötralize ederler. Politikaya ve toplumsala ait iyi bir ileti-ci olmadıkları gibi, daha genelde iyi bir anlam ileticisi de değildirler. Her şey onların üstünden kayar gider. Onları her şey mıknatıslayabilir. Oysa bütün bunlar kitlelerin üstünde hiçbir iz bırakmadan uçup gider. Sonuç olarak kitlelere yapılan çağrı her zaman yanıtsız kalmıştır denebilir. Kitleler kendilerine yapılan bu çağrıları birer ışık demetine dönüştürüp dalga dalga yaymaya kalkmazlar. Tam tersine Devlet, Tarih, Kültür ve Anlam’ın çevresinde oluşturulmuş ışık demetlerini emerek ortadan kaldırırlar. Onlar tepkisizliktir, tep-kisizliğin, nötr olanın gücüdür.”

***

Günümüz insanının yalnızlığı, bu yüzden böylesine çekilmez bir hal alır; kendisini ve hiçbir şeyi umursa-mayan, her şeyi yutan kitlenin içinde var olabilmek kolay değil. Bu yüzden yeni yeni kişilik tipleri ortaya çıkmaya başladı. Hayal kırıklığı yaşayarak insanlara sırtını dönmüş, hayvanlar ve doğayla bağ kurmaya çalışanlardan, bütünüyle ruhunu ve bedenini ‘Kitle Canavarı’nın beğenisine uydurmak isteyenlere kadar geniş bir yelpaze söz konusu. Paul Ricoure’ün tespiti de bu açıdan önemli, Kitle Canavarı karşısında da-ğılma endişesiyle etnik ya da dinî kimliğine sıkı sıkıya sarılan muhafazakârlaşma da söz konusu, ama bu muhafazakârlaşma sonraki yazılarda ele almayı düşündüğüm bölünmüş benlikler ya da yaratılmış sahte kendilikler sayesinde mümkün olabiliyor genellikle.

Kitle içinde yer alan bireyler, hem özgür, özgün ve spontane olmak, hem de bir gruba ait olma arzusuyla hareket eden, her yerde aynı anda olmayı isterken hiçbir yerde olamayan ve ne istediğini tam bilemeyen bir noktada bulunuyor çoğunlukla. Kişi işten eve geldiğinde, kitap mı okusam, dizi mi izlesem, arkadaşlarımla mı buluşsam seçenekleri arasında kalıp, kitap okumaya karar verdiğinde de acaba hangi kitabı okusam, hangi kitap ona ayırdığım zamanı hak ediyor endişesiyle yüz yüze gelip çaresizliğe kapılabilir. Çünkü bir şeylere geç kalmış duygusu içindedir. Instagram’a baktığında, herkes güzel kıyafetler içinde güzel yemekler yiyip arkadaşlarıyla eğlenirken, sanki hayatı kaçırıyormuş duygusuna kapılıp yalnızlığını çok daha derin hissedebilir. Sosyal medyadan ya da video paylaşım platformlarından akıp giden sözler, görüntüler, yaşam tarzları, yamalı bohçaya benzeyen, sürekli değişen bir benlik idealini yaratıp durur kişide ya da dışlanmışlık hissi verir. Hem bütünüyle özgür olmak, hem de bağlanma ihtiyacı içinde kıvranıp durmak, her şeyi yutan ve sürekli kabuk değiştiren kitle kültürü içinde yaşanan güvensizliğin bir sonucu aynı zamanda. Bu güven-sizlik ve sahte kendiliklere uygun yaşamlar, içten içe kaygıyı ve depresyonu besler ki, bugün antidepresanlara yönelik ilgide Kitle Canavarı’nın anlam dâhil her şeyi yutan varlığı da önemli bir paya sahip.