İktisatçı Fuat Ercan, bu dönemi “AKP’nin çöküşe tırmanışı” olarak adlandırıyor. Sol, sosyalist, sosyal demokratların politik konumlarını, bu süreçte gelirlerini kaybedecek ve kaybettikçe de muhafazakâr sağ söyleme yönelecek kitlelere göre belirlemesi gerektiğini vurguluyor.

Kitleler için sınıf siyaseti yapılmalı

Filiz Gazi

Ekonomik gidişatla ilgili uzman yorumları, çoğunluğu etkileyecek bir dizi öngörü ve tespitlerden oluşuyor. Sayısal ifadeleri anlamak zor olsa da milyonları etkileyecek ekonomik krizin sonuçlarını sokağın değişen çehresinden ve kişisel yaşamlarımızdan anlamak mümkün. Fakat diğer taraftan geleceğin, bugünden yaratılmaya başlanacağı açık olan önemli bir dönemden geçiyoruz.

Güç kaybeden rejim ve yaşanan iktisadi değişim önümüzdeki günlerde sınıf hareketini nasıl etkileyebilir? Hemen her kesimi etkileyecek krize karşı sermaye grupları nasıl konum alıyor? Sol, sosyalist siyaset politik konumunu neye, nelere göre belirlemeli? Türkiye kapitalizminde ne gibi değişimler yaşanabilir? Sorularımızı Para ve Kapitalizm, Modernizm Kapitalizm ve Azgelişmişlik kitaplarının yazarı, Marmara Üniversitesi İktisat Bölümü’nden emekli, Prof. Dr. Fuat Ercan’a yönelttik.

Kur artışından endişelenmeli miyiz sorusuna “Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz?” diyen eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ı anarak ilk sorum. Doların yükselişi heyecanla izleniyor, şuydu şu kadar oldu gibi... Sonrası için eğer böyle giderse zincirleme etkisi neler olacak, en nihayetinde milyonlar bundan nasıl etkilenecek?
İnsanlar uzmanlara, uzmanlar diğer uzmanlara ‘bu kadarını bekliyor muydunuz’ diye soruyorlar. Evet bekliyorduk ama bu kadarını değil. Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerin aşil topuğudur döviz biçiminde sermaye ihtiyacı. Albayrak’ın ifadesi, seçmen kitleleri gözünde cahil gördüğü için söylememiş ise, kendisi bu konuda epey cahil olsa gerek. Ulus-devlet destekli endüstriye dayalı sermaye birikiminin olduğu Türkiye gibi ülkelerde döviz ihtiyacı yaşamın tüm alanlarını etkiler. Bu etkiyi de biz en çok fiyatlar üzerinde gözlemliyoruz, ‘her şeyin fiyatını bilip değerini bilmeyen’ kitleler için fiyatlar da (faiz, ücret, kâr, kur) belirli dönemlerde önem kazanır. İşte böyle bir dönemden geçiyoruz. Bir dizi sosyal ilişkiyi temsil eden fiyatları hepimiz yaşayarak öğreniyoruz, yaşam öğretiyor. Fiyatlar ulus-devlet destekli endüstriye dayalı sermaye birikiminin tüm hastalıklarını işaret ettiği gibi zaman içinde yaratacağı olası etkileri de düşünmemize neden olur. Bir anlamda parasal değerleri işaret eden fiyatlar bugün ile gelecek arasında köprü işlevi görüyor, yarına bağlanan köprü üzerinde belirsizlik üzerinden tedirginlik yaşıyoruz. Ve bu tedirginlik haklı bir tedirginlik, çünkü TL’nin muazzam düşüşü, tüm fiyatları dolayısıyla milyonları etkileyecek.

Fiyatları nasıl etkileyecek?
Türk Lirası, aşırı değer kaybına uğramasının zamana yayılan önemli etkisini ithal girdi kullanan üretim alanında gösterecek. İnanılmaz hızla gerçekleşen değer kaybı, üretim maliyetlerini artırdığı ölçüde yatırımlarda düşüş durgunluğa yol açacak. ‘İthal edilen işsizlik’ olarak tanımlanan ve zaten yaşadığımız süreç, bu sefer artan ithal girdi maliyetleri nedenleri ile gerçekleşecek düşüşlerle farklı bir patikaya girecek. ‘İthal edilen enflasyon’ olarak tanımlanan süreç zaman içinde ilk etapta ithal girdi kullanılan ürünlerde ve zamanla tüm topluma yayılacak. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) hesaplamalarına göre zaten Nisan-Eylül 2021 tarihleri arasında temel gıdalarındaki fiyat artışında dünyada ilk sırada yer alıyoruz. Gelirleri içinde gıda harcamaları oransal olarak yükselen toplumun oldukça geniş bir kesimi domates, biber, patlıcan şarkısını koro şeklinde söyleyecek.

Zincirleme etki nasıl yaşanıyor?
Enflasyonun sınıfsal karakteri diye bir olgudan bahsedebiliriz, temel mal ve hizmetlerdeki artıştan etkilenen insanlar, sahip oldukları olanakları kullanarak bir diğerine bu yükü aktarırlar. Ev sahiplerinin kiracılara artan kira olarak yansıtması, esnafın müşterilerine sattığı ürün üzerinden aktarması diye devam eder. Sermaye ve servet sahipleri ile toplumun diğer kesimleri arasında bu tarzda bir toplumsal eşitsizlik aktarımının arttığını ve daha da artacağını söyleyebiliriz.

‘SINIF MERKEZLİ POLİTİKALAR GEREKLİ’

Bugünlerdeki değişim önümüzdeki günlerde sınıf hareketini nasıl etkileyebilir?

Sınıflar arasında devam eden çelişkiler hiç kuşkusuz artarak devam edecek. Merkezine herkesi tedirgin eden kur hareketlerini koyduğumuzda, hiç kuşkusuz ilk etapta sermaye ve varlıklarını yabancı para biçiminde tutan kesimler inanılmaz kazançlı çıkacak. Ama sermaye içi çelişkilerin de yoğunlaşarak artacağını biliyoruz, ülke içinde büyük ölçekli üretim yapan ve TÜSİAD ile temsil edilen sermaye grupları artan girdi maliyetleri üzerinden reaksiyon gösterirken, küçük ve orta boy ve özellikle geleneksel zanaatkarlar süreç içinde en fazla kaybeden kesim olacağını söyleyebiliriz. Siyasi iktidar faiz oranlarını aşağı çekerken islami motifleri kullansa bile esas amaç paranın maliyetini aşağıya çekerek yatırımları artırma olsa da enflasyon ortamı ve zaten artan firma borçlulukları bu çelişkili sınıfı çok daha fazla etkileyebilir.

kitleler-icin-sinif-siyaseti-yapilmali-947043-1.
Prof. Dr. Fuat Ercan

İYİ Parti ve Meral Akşener’in ulusal-milliyetçi politik önermeleri bu kaybeden kesimlerle kesişecek ve muhafazakârlaşma eğilimi artacak gibi. Yoksulluk söylemi içinde referans alınan ücretliler (maviden beyaz yakalısına tüm bileşenleri ile) işçi sınıfı mücadelesi içinde konumlanmazsa, bu kesimlerin de artan ulusalcı-milliyetçi söylemelere dahil olma ihtimali çok fazla. Emek-gücünü satma dışında ayakta kalma koşulları olmayanları zaten siyasal iktidar uzun zamandır uygulamaları ile köşeye iyice sıkıştırmış durumda. Artan enflasyonun yükünü üzerine almanın yanı sıra yoksullaştıran dış ticaret politikası (dış alem için daha ucuza gelen ürünlerin ihracatın miktar olarak artıp, döviz biçiminde getirisinin azalması) üzerinden ihracata daha fazla ağırlık verilmesi, üretim maliyeti içinde görülen ücretlilerin ücretlerini düşürme, daha yoğun çalışma saatleri ile çalışmalarına neden olacak. Bu aşamada geleceği belirleyecek olan; siyasal olarak sermaye ve iktidara karşı mücadele eden yapıların sınıf merkezli politikalara yönelmeleri ücretlilerin olası politik konumu belirleyecek.

‘SERMAYE ARASI ÇATIŞMA DERİNLEŞECEK’

Sermaye nasıl bir konum alıyor ya da almaya başladı?
Güç-çıkar süreçlerinde yeniden konumlanma çabalarına girdiler. TÜSİAD’ın uygulanan politikalara yönelik huzursuzluğunu ifade eder ve yine yeni bir Kemal Derviş vakasını çağrıştıracak Daren Acemoğlu üzerinden taleplerini dile getirmesi önemli. AKP, Derviş ile başlatılan yatırım ortamını iyileştirme ve iyileştirme için uluslararası sermaye ile bütünleşme politikaları ile yola çıktı ve şimdi o yoldan iyice uzaklaştı. Ama ilginç olan içinde oldukça farklı sermaye gruplarını ve ama daha çok Anadolu ve küçük orta boy sermayelerini barındıran TOBB’de (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) yavaş yavaş gidişattan memnun olmadığını dile getirir oldular.

Erdoğan ‘daha ne istiyorsunuz’ diye çıkıştığı sermaye grupları için hep önemli olan emek üzerinde baskı ve denetim artık yeterli gelmiyor. Her şeyden önce siyasi iktidarın artı-değer yaratma ve yaratılan değerler üzerinde baskısı ile kendi çevresinde oluşturduğu sermaye grupları (Beşli Çete) ile yol alamayacağı belli. Burada ilginç bir tespitimi belirtmek isterim. AKP aslında Kemal Derviş ile başlayan programın işaret ettiği kurumlar üzerinden ve ama onların içlerini boşaltarak yükseldi. Sermayeler için gerekli kurumsal yapılarını içi boş olsa da inşa etti. Yani otoriter tek adam rejimi hem sermayenin kısa erimli varoluşu için tehlikeli bir hal aldı hem de uzun erimli kurumsal düzenekleri de yürütmenin güçlenmesi sayesinde gerçekleştirdi. Bu dönem sermayeler arası çatışmaların siyasi iktidar üzerinden derinleşerek artacağını söyleyebiliriz.

‘SADECE AKP’YE KARŞI KONUM BELİRLENMEMELİ’

Politik ekonomik duruma bakarak hükümetin güç kaybını ve sonrasını nasıl görüyorsunuz?

AKP artık toplumun ya da devletin yeniden üretimi değil kendi siyasal iktidarın devamlılığı üzerinden politikalar yürütüyor. Ben buna AKP’nin çöküşe tırmanışı diyorum. Siyasi iktidar çöküşü ötelemek için manevra yeteneğini artıracak öteleme mekanizmalarını harekete geçirdikçe, çöküşünü daha bir hızlandırıyor. Uzun zamandır rıza üretme konusunda başarılı olmayan iktidar ötekileştirerek/düşmanlaştırarak yarattığı çözümsüz ortamı çözüm olarak görüyor. Kuşkusuz çözümsüzlüğü çözüm olarak gören siyasi iktidar sahip olduğu devlet aygıtı ve baskılarını daha bir etkin işlemeye yönelecektir.

AKP sonrası, Erdoğan sonrasına ait beklentiler de sol-sosyal demokrat, ekoloji ve kadın hareketleri arasında çapraz dayanışma ağlarını geliştirmediği durumlarda kötümser bir yorumla özellikle İç Anadolu merkezli küçük orta boy işletme ve geleneksel dönüşüm halindeki sınıflar bildik milliyetçi-ırkçı pragmatist mevzilenmelerini öne çıkıp belirleyici olabilirler. Sol-sosyalist, ekolojist, sosyal demokrat yapılar sadece AKP iktidarına karşı değil, konumlarını kaybederek siyasallaşan kesimlerin muhafazakâr-milliyetçi nesnel konumlarını da gündemlerine almaları gerekiyor.

Bu ne demek?
Sol, sosyalist, sosyal demokratlar politik konumlarını sadece AKP’ye karşı strateji belirlemekle sınırlamamalı. Ortamın etkisi ile kaybedecek, kaybettiği ölçüde muhafazakâr sağ söyleme yönelecek kitleleri de gündemine almalı.

Çapraz dayanışma ağlarının örülmesini sağlayacak özneler var mı?
Özneler var ama özneler arası iç bağlantıları kuracak bir irade yok.

***

Çapraz dayanışma ağları örülmesi gerekiyor

Türkiye kapitalizminin önümüzdeki yıllarda niteliği değişecek mi?
Emekçilerin karşılığı ödenmemiş emek zamanı, kadınların görünmeyen emeği ve doğanın tahribatı üzerinden biçimlenen ulus-devlet destekli sermaye birikiminin temel işleyiş mantığı aslında sürekli değişme üzerine kurulu. Elde edilen artı-değer (katma-değer, fark) birikimli olarak arttıkça yani fark yaratma hızı arttıkça fark yaratan işleyişin bizzat kendisi de dönüşüyor. Bu işleyişten yorgun/bıkkın olan bir dünya da yaşıyoruz. Ama bir vampir gibi doğa, emekçiler ve kadınların emeği üzerinden biçimlenen dünyaya katılma, her ülkenin kendi tarihsel-sınıfsal ve kültürel özellikleri dolayında biçimleniyor. Türkiye’nin bu günlerde yaşadığı aslında bu bıkkın dünyaya dahil olmanın yarattığı çelişkiler ve gerilimler. Dünya ölçeğinde baktığımızda Türkiye emperyalizm kavramından hareketle azgelişmiş-geri bıraktırılmış ifadeleri içinde ele alınacak bir ülke değil. Emek, kadın emeği ve doğa üzerinden epey semirmiş orta düzeyde ve ama geç kapitalistleşen bir ülkenin yüzleştiği zor aşamayı yaşıyor. Aslında AKP’nin iktidara gelişi de bu zor aşamanın açmazları ile ilgili. Uluslararası sermayenin ideal ortalama mantığı ile Türkiye’nin değişime yönelik çabaları (tarımın yeteri kadar dönüşememesi, devlet aygıtının uluslararasılaşma için gereken iç mimariyi başaramaması ve esas olarak da üretimde görece artı-değer yaratımında yol alamaması) arasındaki uyumsuzluk temel yapısal belirleyiciler. Türkiye’de kapitalizmin geleceği dünya da kapitalizmin geleceği ile doğrudan bağlantılı, kapitalizmin geleceği üzerine konuşmanın en heyecanlı yanı ise ulus-devlet destekli bu sermaye birikim canavarını ortadan kaldıracak bir toplumsal mücadele alanın nasıl oluşturulacağını konuşmak olmalı. Geleceğini yani artan yıkımını ortadan kaldırmak için yıkımla yüzleşen/yüzleşecek olanlar arasında çapraz dayanışma ağları örülmesi gerekiyor. Ama nasıl? İşte temel sorunumuz bu olmalı.