Kitleleri yönetme biçimi olarak aldatma
Fotoğraf: DepoPhotos

Prof. Dr. Serap Erdoğan Taycan - Psikiyatr

Yalan tek kişilik bir eylemdir. Aldatma amacıyla ortaya konan bir eylem ama amacına ulaşana dek aslında söyleyen öznenin niyetli bir girişimidir sadece. Ne zamanki öteki devreye girer ve inanır söylenen yalana, aldatma orada başlar. Aldatma aldanmanın üvey kardeşidir diyebiliriz yani. Yalan söyleme edimine göre aldatma, amaca ulaşmış olmanın getirdiği bir hazzı ve sahte bir üstünlük duygusunu da taşır. Öte yandan aldatılan cephesinde de işler oldukça karışık. Bile isteye inanmayı seçmek mesela, aldatılmanın neresine düşer? Aldatılanın aldatana sorgusuz sualsiz bir hayranlıkla bağlı olması, bu yolda atılan en önemli adımdır diyebiliriz. Toplumsal aldatmalar bağlamında, kitleyi kendi ekseninde tutmayı başaran narsisistik otoriter bir lider, deyim yerindeyse gözlerinin içine baka baka aldatılan bir kıvama getirebilir tebaasını. Hikmetinden sual olunmayan liderin kestiği kol da acımayacaktır. Bu noktada birey olmaktan çok topluluk olmanın, kandırılmayı nasıl kolaylaştırdığını da görürüz. İnanmamayı seçmek en âlâsından bir mahalle baskısını da beraberinde getirir çünkü.

Astığı astık, kestiği kestik bir babanın istismarına maruz kalan kız çocuğuna, en başta annesinin susmasını öğütlemesine benzer bir süreçle kaşlar kalkar, başlar iki yana sallanır ve potansiyel asinin liderle birlikte inananların da huzurunu kaçırması engellenmiş olur. Hayranlık, aldatılma eyleminin devamını getirir. Çünkü lider ile yönetilen arasındaki ilişki, bir taraftan bir özdeşim imkânı da barındırır. Hele bir de ortak bir mağduriyet geçmişi ile beslenen bir özdeşim kurma imkânı sunulmuşsa, aldananın aldatana “Vay be helal olsun adama!” demesi sıkça gördüğümüz bir sahneye dönüşür. Cepleri boşalan, kimliği silinen, hakları çiğnen kendisidir ama çamurlu arka sokaklardan çıkıp herkese boyun eğdiren bir konuma ulaşmış en tepedekinin sunduğu sahte ego ideali ile gözleri kamaşmıştır bir kere. Tutumlar değiştikçe, değerler değişir. Aldatarak yükselmenin, kurnazca kandırmaların mubah hale geldiği ve hatta sıradanlaştığı bir toplumda, hakikat olabildiğince muğlaklaşır. Böylesi kaygan bir zeminde artık size “Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da millet sokakta, aç açık, ne yapacaklarını bilmiyorlar” denildiğinde, ay sonu gelmeden boşalan ceplerinizi unutur, alkışlarsınız…

Bazı yalan cümleleri vardır, söyleyenin de söylenenin de yalan olduğunu bildiği ama sözsüz bir anlaşma ile o durumu geçiştirmek için söylenebilecek uygun bir cümle olarak kabul edilen yalan cümleleri. Çocukların rol aldığı bir programda çocuklardan biri altını ıslatmıştır mesela, spiker anlamlı bir tebessümle “yaşanan teknik aksaklıktan dolayı yayına ara vereceklerini” söyler. Gerçeği saklamak değil, ortada söylenemeyecek, söylenmek istenmeyen bir gerçek olduğunu belirtmek için kurulan cümleler: “Sarsıntıların yıkıcı etkisi, olumsuz hava şartları, hasar gören altyapının getirdiği zorluklar gibi sebeplerle maalesef ilk birkaç gün Adıyaman’da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Bunun için sizden helallik istiyorum.” Bazı gerçekler o kadar ağırdır ki, inanamayız. İnanmak olasılıklar evrenimizin yerle bir olması, çerçevemizin dağılması anlamına gelecektir. Doğal afete hazırlıklı olmayan kamu kuruluşları, kamu yararına karşılıksız hizmet ve yardım sağlaması gereken bir kuruluşun kâr amacı güden bir şirkete dönüşmesi, yıllardır toplanan deprem vergileri ile depremde yıkılmış olan binaların hepsini önceden yeniden yapmış olmak mümkünken şu an ortada çadır bile olmaması, ekiplerin yardım için harekete geçmek üzere bir ağızdan çıkacak sözü beklerken geçen saatler gibi… Böylesi bir durumda sadece iki seçenek kalır, ya tüm bunların gerçek olamayacağına inanmak isteyen stres altında gerilemiş, çocuksulaşmış ruhunuzu teselli edecek her şeyi kabul edersiniz ya da inanıp/inandırıldığınız tüm olasılıkların yeniden inşasında artık dizginleri ele almanız gerektiğini görür ve dağılan çerçevenizi kendiniz onarırsınız.

Zaten kimse bir şey yapamazdı algısını kuvvetlendirmek için üzerine basa basa kullanılan “asrın felaketi” vurgusuyla ülkenin Cumhurbaşkanı Adıyaman’da “inanmayı seçeceğiniz için inanacağınızı bildiğim, yalan olduğunu bildiğiniz bir yalanı söylüyorum” dedi. Kendince risk aldı, insanların her an ilk seçenekten diğerine geçmeye hazır olduklarını, artık servis edecek yeni bir çerçevelerinin kalmadığını hissederek. Son kozu, yarattığı ortak mağduriyet algısının sırtında yükselerek bugünlere geldiği halka “Biz bizi biliriz” altyazısını okutacak iki kelime ile şansını denemek oldu: “Helallik istiyorum.”

Bu coğrafyada mağdur edilenin mağdur edenden duymaya en alışık olduğu bu iki kelimeyle ortaya dökülen, kibirli acizlik masalınızın sonudur.
Gökten üç elma düşmüş, Kızılay elmaların hepsini yemiş!...