Richard Kelly’nin 2006 tarihli fiyaskosu ‘Kıyamet Öyküleri’ (Southland Tales) günümüzün post-gerçeklik dünyasında tekrar hatırlamakta fayda olan filmlerden

Kıyamet Öyküleri

Global olarak siyasetin ve medya kültürünün adeta kavramsal olarak trollendiği, absürtlüklerle dolu günümüzü perdeye taşımaya yeltenen deli cesaretine sahip filmler pek ortalıkta yok. İki - üç saatlik bir filmde bunca karmaşayı perdeye taşımaya çalışsalar, sanırım ortaya çıkan sonuç da bir karmaşa olurdu. Sinefilin Galaksi Rehberi’nin yaz tatiline girmeden önceki bu son yazısında, bu karmaşayı belli bir ölçüde resmeden bir filmi hatırlatmak istiyorum. Eleştirmenlerin ve izleyicilerin vaktiyle gömdüğü derinliklerden yavaş yavaş çıkmaya başlayan, Richard Kelly’nin 2006 tarihli ‘Kıyamet Öyküleri’ni. Lakin gerçek ile sahtenin birbirinden ayırt edilemediği, yaşanan olayların hız kesmek bilmediği günümüzde; oldu da bir film Trump-sonrası Amerika’yı resmetmeye çalışsa, sanırım ortaya çıkan curcuna Richard Kelly’nin bu filmine benzeyebilirdi.

2001 tarihli ilk filmi ‘Donnie Darko’nun başarısından beş yıl sonra, herkesin gözü yönetmen Richard Kelly’nin sıradaki filminin üzerindeydi. Kelly, böylesine yaygın bir şekilde beğenilen bir filmden sonra alabildiğine savurgan ve eklektik bir anlatıma sahip ‘Kıyamet Öyküleri’ (film post-apokaliptik bilimkurgu, müzikal, aksiyon türlerinin bir karışımıydı) ile geri dönünce herkes şoka girmişti. Uyumsuz dramatik çatısı ve mantığa meydan okuyan yüzeysel bir anlatı da cabasıydı. Film Cannes Film Festivali’nde prömiyerinde yuhalanmış, eleştirmenler tarafından yerin dibine sokulmuş (Rotten Tomatoes ortalaması %36), gişede de tepetaklak olmuştu.

Yönetmenin uzun yıllara yayılan bir süreçte yazdığı hikâye, 11 Eylül ve Irak’ın işgali sonrası yaşanan popüler kültürdeki bayağılaşmaya bir reaksiyon gibiydi. Kelly “Bush’un yeniden seçilmesi sonrası politik açıdan oldukça agresif bir film” diyordu. Fakat bayağılığı, bayağılıkta ve yüzeysellikte aşırıya giderek eleştirince ortaya çıkan ürünün kendisi de ucuz bir pastiş olmuştu. Dahası, aslında 6 bölümlük bir çizgi roman olarak yazdığı hikâyenin sadece son 3 bölümüne filmde yer vermesi, filmin kafa karıştıran yapısına tuz biber ekmişti. Benim de aralarında bulunduğum filmin ateşli savunucuları bile filmin pek çok kriterde darmadağınık ve “kötü” olduğunu kabul ediyordu.

Günümüz Amerikasına ayna tutan nadir filmlerden

‘Kıyamet Öyküleri’ şimdilerde ise uzatılmış bir kurguyla A.B.D.’de tekrar vizyona girmeye hazırlanıyor. Indiewire “11 yıl sonra güncel konularla bundan daha alakalı olamazdı” diye yazarken, Vice geçen ay bu haber üzerine yayınladığı makalede ‘Kıyamet Öyküleri’nin zamanının on yıl ötesinde bir film olduğunu yazdı. Kelly’nin vaktiyle bir röportajında “dünyanın nereye gittiği hakkında kafayı bulup, uyuduktan sonra görebileceğiniz ‘bir pop rüyası’” dediği film, nihayet tekrar su yüzeyine doğru çıkmaya başlıyordu.

Teksas’taki nükleer bir patlamayla açılan bu ‘pop rüyası’, A.B.D’nin terör saldırıları nedeniyle totaliterleştiği ve alternatif yakıt arayışının kilit rol oynadığı bir gelecek portresi çiziyordu. Bu portrede şehrin her noktasını izleyen Orwell romanından fırlamış kabus bir hükümet, paranoyanın hüküm sürdüğü bir toplum, silah görseli bombardımanı yapan bir medya ve sistemin metasına dönüşen bir alternatif medya vardı. Hikâyenin, Cumhuriyetçi Parti’ye olan yakınlığıyla bilinen ünlü bir aksiyon yıldızı Boxer Santaros’un kayboluşu etrafına şekillenen, bağımsız gibi duran skeçler ve karakterlerden oluştuğu söylenebilir.

Makul nedensellik bağıyla ve hikâye evrenindeki gerçekçilikle ilgilenmiyormuş gibi bir hali var ‘Kıyamet Öyküleri’nin. Karakterler yapmacık, diyaloglar yüzeysel. Bir pop müzik videosu hızında bir kavram kargaşası ve imge bombardımanı olarak tasarlanmış gibi. Film, vaktiyle Türkiye’de vizyona girdiğinde Sinema dergisine yazdığım eleştiride “MTV tarafından çekilen Marksist bir film nasıl olur sorusunun cevabına eşdeğer bir bayağılığı” olduğunu vurgulamıştım. Bu bayağılık; oyuncu seçimlerinden, tutarsız dramatik kurgusuna filmin pek çok parçasında bilinçli bir yüzeysellik tasarlanarak yaratılmış. İzleyiciyi filmin dışına itme pahasına olsa bile.

Filmin karamsar gelecek portresinin günümüzde daha isabetli veya geçerli hale gelmesi bir yana, filmin günümüzle daha da alakalı duran yanı asıl olarak itici yüzeyselliğinde yatıyor. Eğer bu yaz arşivden bir filme ikinci şans verecekseniz, bu şansı ‘Kıyamet Öyküleri’nden daha fazla hak eden bir film yok.