Geçen ay, dinsel inançların insanlığın gerçek kıyameti olduğuna dair ilginç bir fantastik-politik roman okudum: Testimony (James M. Smythe, 2012). Moskova’da yaşayan bir işsiz, Chicago’da ölüm koğuşunda idamını bekleyen Müslüman bir mahkûm, İngiltere-Leeds’deki bir caminin imamı, Tel Aviv’den bir hükümet çalışanı, Hindistan’ın taşrasında yaşayan bıkkın bir doktor gibi farklı etnik ve dinsel kimliklerden çok sayıda karakterin […]

Geçen ay, dinsel inançların insanlığın gerçek kıyameti olduğuna dair ilginç bir fantastik-politik roman okudum: Testimony (James M. Smythe, 2012). Moskova’da yaşayan bir işsiz, Chicago’da ölüm koğuşunda idamını bekleyen Müslüman bir mahkûm, İngiltere-Leeds’deki bir caminin imamı, Tel Aviv’den bir hükümet çalışanı, Hindistan’ın taşrasında yaşayan bıkkın bir doktor gibi farklı etnik ve dinsel kimliklerden çok sayıda karakterin anlatımlarıyla ilerleyen roman, bir gün aynı anda tüm dünyada duyulan bir sesle başlıyor; televizyondan gelen parazite benzer tekdüze bir ses. Bir süre sonra bir cümle duyuluyor: “My children” (Çocuklarım).

Tanrı? Uzaylılar? ABD komplosu? Kimse bilmiyor. Ama ortada en az bu sesin kökeni kadar önemli bir sorun var: Mesaj İngilizce. İncil kökenli gibi görünen “Çocuklarım” sözü neden Arapça, İbranice, Çince değil de İngilizce? Milyarlarca insan bu olayı kendince anlamlandırmaya çalışıyor. TV’deki Hıristiyan teologlara göre bu kendi tanrılarının gerçek, diğerlerinin yalan olduğunun kanıtı mesela…

Bu arada, ikinci bir parazit ve mesaj duyuluyor. Bu sefer ‘göklerden gelen ses’ “Don’t be afraid.” (Korkmayın) diyor. Yine İngilizce olan bu mesaj daha büyük kaosa yol açıyor: Korkmamamız gereken şey ne? Yoksa kıyamet mi kopacak?!

Müthiş bir inanç krizi eşliğinde kiliseler dolup camiler boşalırken dünyanın çivisi iyice yerinden çıkıyor: İslamcı teröristler bunun bir Hıristiyan komplosu olduğunu söyleyip ABD’de saldırılar düzenlemeye başlıyor. Romandaki ABD gerçek ABD gibi davranıyor, durduk yere İran’ı nükleer başlıklı füzelerle vuruyor. İran teslim oluyor ama ne ABD ne de teröristler duruyor.

Ve nihayet üçüncü sözcük geliyor: “Hoşçakalın.” İslamcılar nükleer santrallari bombalayıp Washington ve New York’u Çernobil’e dönüştürürken ABD etrafa füze yollamayı sürdürüyor -hatta füzelerden biri Kudüs’ü yerle bir ediyor. Böylece, kendi uydurup kendi tapan insan, uydurduğu anlatıya uygun biçimde kıyameti de başlatıyor. Bu arada, sayıları az olmakla birlikte ‘sesi duymayanlar’ da var. Toplum tarafından sertçe dışlanan bu karakterler dünyada olup biteni diğerlerine göre daha akılcı ve doğru değerlendiriyor.

Konu o kadar fantastik ki, ancak edebiyat ya da sinemada konu edilebilir. Ama Türkiye’de yaşıyorsanız başka…

Geçen hafta, en sıradan konuları bile olabilecek en akıldışı biçimde yorumlamasıyla ünlü Cübbeli Ahmet’in 2017’de verdiği bir vaaz gündeme geldi. “N’apıcam İngilizce’yi? Kabirde geçmez, mezarda geçmez, mahşerde geçmez! Hav ar yu ne var yu!” diyen Ahmet Bey, İslam inancına göre sorguya gelecek meleklerin Arapça konuşacağını anımsatıp şöyle devam ediyor: “Yav siz zaten önce şu kabir suallerinin cevaplarını Arapça niye öğrenmiyorsunuz bi defa ya?!”

Bu tür çirkin fanteziler eskiden bu kadar yaygın değildi. Ya da belki öyleydi ama kamusal alanda çok dillendirilmediği için biz duymuyorduk. Son 10 yıldır giderek artan bu akıl yıkımının kolayca yayılmasında internetin büyük payı var tabii, ama bu tür sözlere inanacak insanlar yetiştirme politikasıyla asıl pay AKP’ye ait -‘başgan’la ekibinin bundan gurur duyduğuna da eminim.

Türkiye ve Ortadoğu’nun kıyameti için çalışan iktidar kulaklarını göğe dikmiş bekliyor. Bir gün bir şey duyduklarını söyleyecekler ve ben fantastik roman okumayı tamamen bırakacağım…