İç karışıklığın silahlı çatışmaya dönüştüğü 1975’ten, savaşın son bulduğu 1990 yılına kadar Lübnan’da yaklaşık iki yüz bin insan öldü. Bir milyondan fazlası ülkesini terk etmek zorunda kaldı, on binlercesi milis güçleri tarafından tutuklandı, öldürüldü, kaybedildi. İç savaş son bulmuş olsa da, aynı ülkede yaşayan insanların, sırf aynı tanrıya başka bir dilden seslendikleri için, birer düşmana […]

İç karışıklığın silahlı çatışmaya dönüştüğü 1975’ten, savaşın son bulduğu 1990 yılına kadar Lübnan’da yaklaşık iki yüz bin insan öldü. Bir milyondan fazlası ülkesini terk etmek zorunda kaldı, on binlercesi milis güçleri tarafından tutuklandı, öldürüldü, kaybedildi. İç savaş son bulmuş olsa da, aynı ülkede yaşayan insanların, sırf aynı tanrıya başka bir dilden seslendikleri için, birer düşmana dönüşmesinin yarattığı yıkım hâlâ ilk günkü gibi taze. Farklı din, dil ve kültürleri bir arada barındıran bu küçük Ortadoğu ülkesi, çeşitliliği tekçiliğe dönüştürmekte ısrarcı zorbaların elinde simsiyah bir coğrafyaya büründü. Rengini, kokusunu, ışığını yitirdi. Bugün hâlâ, kaybedilen on binlerce insanın yakını, sevdiklerinin akıbetiyle ilgili bir cevap alabilmiş değil.

•••

Wajdi Mouawad bu unutuşun, bu yoksayışın yıllardır karşısında duran Lübnanlı bir oyun yazarı. Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte iç savaştan kaçarak yerleştiği Kanada’da sürgün geçmişini hep hatırlamış. Savaşın insanın ruhunu, aidiyetini ve inancını nasıl paramparça ettiğini, yaşanan acıların şiddetiyle paralel, sert ve sarsıcı bir dil kullanarak yazdığı oyunlarda gören görmeyen, bilen bilmeyen herkese ‘unutmayın’ diye seslenmiş. Bu güçlü metinlerden biri olan ‘Kıyı’ (Littoral), Ayberk Erkay’ın özenli çevirisi, Kemal Aydoğan’ın dinamik ve yenilikçi yönetimi, Bengi Günay’ın hikâyeyi az malzemeyle ve en yalın haliyle aktaran etkileyici tasarımı ve başta Onur Ünsal olmak üzere başarılı oyuncu kadrosuyla bu sezon İstanbul Moda Sahnesi’nde izleyiciyle buluştu. Ben de, hazır sanat ve sanatçı müsvedde olarak ilan edilmiş, evlerine polisler yollanmış, ifadeleri alınmış, çıktıkları televizyona yayın yasağı getirilmiş bir karanlığın içinden 2018’i uğurlamaya hazırlanıyorken, tiyatroya gidip bir oyun izlemekten daha güzel ve daha aydınlatıcı ne yapabilirim ki diye düşündüm.

•••

Kıyı, ölen babasını doğduğu topraklara gömmek isteyen Wilfried’ın ve bu yolculukta karşısına çıkan insanların hikâyesini anlatıyor. Oyun boyunca babasının cenazesini yanında taşıyan Wilfried ile birlikte seyirciyi de geçmişin yükünü sırtlamaya davet eden Mouawad, ‘kesişen yollarda’ karşılaşan ‘ötekilerden’ adım adım bir ‘biz’ kuruyor. Bu insanlar da tıpkı Wilfried gibi babasız, anasız. Ancak hepsi de insanı cehennemde bir kor haline getiren iç savaşın acı, şiddet ve suç dolu bataklığına saplanmış, deliliğin sınırlarında geziniyor. Öyle öfke dolular ki, kahkahaları can yakıyor. Acı öyle hızlı, öyle çok, öyle üst üste yığılmış ki yas tutmayı unutmuşlar. Ölülerini gömememiş, geçmişiyle hesaplaşmamış her toplumun yaşadığı çürümüşlük Wilfried’ın ölü babasının bedeninden tüm salona, tüm şehre, tüm ülkeye, tüm dünyaya yayılıyor. Aranan o mezar, sonunda hepsini bir kıyıya ulaştırıyor. O kıyı herkese acısını kabullenmesi ve yasını tutması için son bir fırsat gibi.

•••

Güçlü, uzun, sert bir oyun Kıyı. Yüzünüzü güldüren kısa bir andan sonra elinizi ayağınızı buz kestiren, öfkelendiren, ‘yeter’ ‘tamam bu kadar’ diye isyan ettiren ve metnin bütün bu zenginliğini seyirciye aktarabilmek için üzerinde gayretle ve özenle çalışıldığı çok belli bir oyun. İnsanı kendi gerçeğinden uzaklaştıran ‘şeyler’ zamanında, içine doğduğumuz toplumun hesabı verilmemiş bütün suçlarını sırtımızda taşımak zorunda olduğumuzu ve yok saydığımız sürece de bu vebalin yüklenicisi ve aktarıcısı olmayı sürdüreceğimizi hatırlatıyor. 2019’da hepimiz için “yolların kesiştiği yerde aradığımız ötekiyle” karşılaşmayı; birlikte yas tutup adaletin peşine düşmeyi; kayıplarımızın ve acılarımıza sebep olanların tek birinin bile adını unutmamayı diliyorum.