Elimdeki dumanı tüten metal parçasını, biraz önce yaptığım şey için bana bedel ödetmeye çalışacak biri olmadığından emin olana kadar kılıfına koymadım. Meyhanedekiler, arkadaşlarıyla aynı kaderi paylaşmaya hevesli değillerdi

Kıyıdaki Köy

METE GÜNER

Güneş parlaktı; çok ama çok parlaktı. Kıyıya vuran dalgalar, salıncakta sallanan genç bir kız gibi ileri geri savruluyor ve beni ayak bileklerimden kavrıyorlardı. Bileklerimi çevreleyen suyun oluşturduğu köpükler, yatağının altında yaşayan canavarın açıkta kalan ayaklarını kapacağından korkan bir çocuk gibi hissetmeme neden oluyordu. Hoştu bu ve içimde ufak bir parça, bu hissin gerçek olmasını, görünmez bir elin beni denizin derinliklerine çekmesini istiyordu. Çok ufak bir parçamdı bunu isteyen. Çünkü suyun üzerinde yansıyan güneş ışınları birer kıvılcımdı ve göğsümdeki hayat ateşini yaktı. Ateş git gide büyüdü, yaşama isteği kontrolü ele aldı. Bugün yaşamak için uğruna öldürülecek bir gündü, belki de sırf bu yüzden böyle bir günde Meursault vurmuştu fellahı.

“Ne yapıyorsun orada tek başına?” diye seslendi bana, Ceyda. Sanırım adı buydu. Lebiderya evin sundurmasında durmuş, sağ eliyle asker selamı verir gibi yapıp, gözlerini güneşin parlaklığından koruyarak bana bakıyordu. Üstünde yalnızca bana ait bir gömlek vardı. Yakışmıştı.

“O gömleğe bugün ihtiyacım olacak,” dedim, eve doğru yürümeye başlayarak. Gülümseyip, usulca sundurmaya açılan sürgülü kapıyı açıp kendini salona attı. Belli ki beni uğraştırmak istiyordu ama aradığı oyunu bulamayacaktı.

Sürgülü kapıdan içeriye, salona, kararlılıkla girdiğimde, Ceyda’nın bütün keyfi kaçtı. Suratımda gördüğü ifade, dün gece hoşlandığı adama ait değildi. Karşısında soğuk, ilgisiz ve üzerindeki ölü yükten kurtulmak isteyen bir erkek vardı. Bunu hissettiği gibi gitmek için hazırlanmaya başladı.

Yanağıma bir öpücük kondurdu gitmeden önce. Her şeye rağmen işte, içinde bir umut, belki şimdi giderse, döndüğünde tekrar dün geceki adam olurdum diye düşünüyordu. Onu arayıp aramayacağımı sordu.

Aramayacaktım. Çünkü bir daha asla o hoşlandığı adam olamayacaktım. Ceyda’yı bana çeken şey buraya dışarıdan gelen biri olmamdı. Ona göre farklıydım ve çözemeyeceği bir yabancıydım. Her ne kadar bu farklılığın ve öngörülemezliğin onun için sinir bozucu olduğunu iddia etse de aslında beni onun için çekici kılanın bunlar olduğunu göremiyordu. Söylediği ve yaptığı birbiriyle örtüşmeyen küçük bir çocuk gibiydi. Hiç büyümemişti ve büyüyemeyecekti.

Ben bir yabancı değildim. Sadece burada olmanın nasıl bir his olduğunu unutmuş biriydim ve unuttuğum anılar birer birer geri geliyordu. Çok geçmeden Ceyda ve diğerleri için sıradan biri haline gelecektim. Buraya hangi amaçla geri geldiysem, onu gerçekleştirip, bir an önce gitmeliydim.

•••

İyi görünmek bir sorumluluktur. Biriyle buluştuğunuzda iyi giyinmeniz, onu önemsediğinizi gösterir. İşe giderken şık olmanız, işinizi ciddiye aldığınızı söyler insanlara. Benim içinse iyi görünmek dikkat çekmek demekti ve çalıştığım sektörde dikkatleri üzerime çekmem hayatıma mal olabilirdi. Dolayısıyla giyimime gereken özeni hiç göstermedim... Şimdiye kadar! Buraya döner dönmez işimi halletmektense, kendime bir takım elbise diktirmek için köyün terzisine uğramıştım. Takım elbisem hazır oluncaya kadar burada vakit geçirmekti niyetim ve geçirdim.

Terzinin benim için hazırladığı takım elbiseyi giydiğimde masumiyetini ispatlamak için uğraşan OJ Simpson gibi görünüyordum. OJ ne kadar masumsa ben de o kadar masumdum. Aynanın karşısında durup, kendimi izledim bir süre. Takımı yazın giyilebilsin diye ketenden dikmişti terzi. Ancak keten çabuk kırışır, hemen lekelenirdi. Bu konuda dikkat etmem gerekecekti.

Terziye olan borcumu ödemek için cüzdanımı çıkardığımda, Terzi, benim paramı istemediğini söyledi. Para istemeyen, hayrına çalışan biri değildi Terzi. Sadece “benim” paramı istemiyordu. Birbirimizi tanımıyormuş gibi yapmayı bırakmamız için bir işaretti bu.

“Buraya dönmemeliydin,” dedi. “Burası sana yaramıyor.”

“Kalmaya niyetim yok, merak etme!”

“Hem ne demeye bir takım elbise diktirdin ki bana?”

“Görüşeceğim kişinin karşısına çıktığımda şık olmak istedim.”

Kimden bahsettiğimi biliyordu. Zihni geçmişe dalmış gibiydi. Bir süre bunun ne kadar boş bir çaba olduğundan, bana bir faydasının dokunmayacağından ve şimdilerde görüşeceğim kişinin neler yaptığından bahsetti. Köhne teknelerde Yunan adalarına mülteci kaçırıyormuş.

“Hepsini biliyorum,” dedim.

Söylenenleri kabul edip, umursamadığınızda insanlar sizi genellikle rahat bırakır ama Terzi birisini kolayca rahat bırakacak bir adam değildi. “Ceketinin içine ne sakladığını gördüm,” dedi, gözlerini bana dikti. “Onun yolundan gitme. Kendi yolunu çiz. Buradan kaçmış olmanın bir anlamı olsun.”

“Armut dibine düşüyor,” dedim, dükkândan çıkarken. “Takım için teşekkürler.”

•••

“Kaptan” köyün tek meyhanesiydi. Nerdeyse her daim açıktı. İçerisi izbe ve rutubetliydi. Her türlü mikrobun yaşaması için elverişli bir yerdi. Kapıyı açtığımda içeri dolan ışık, içeridekileri mağarasında rahatsız edilmiş bir yarasa gibi sersem etti. Aradığım adamsa köşedeki kendisine ayrılmış masada, her zamanki gibi birasını içip, gazetesini okuyordu. Karşısına oturana kadar kafasını kaldırıp da kimin geldiğine bakma zahmetine katlanmadı.

“Takım yakışmış,” dedi. Döndüğümün haberini almıştı. Fakat onsuz ne kadar başarılı olduğumu ispatlamaksa niyetim, gerçekten pahalı bir takımla çıkmalıymışım karşısına. Sıradan bir köy terzisine diktirdiğim takım, yeterince ikna değildi onun için. Her ne kadar şık olsa da.

Ona kendimi ispat etmek için bunu giydiğimi düşünüyordu ve ucuz takımım bana tepeden bakmasına izin veriyordu. Karşısına çıkmama bir tek bu şekilde izin verirdi: Onsuz da başarısız olduğumu ama bunu kabullenemediğimi ona hissettirerek. Hem doğruydu bu belki de, takım elbisem sadece saygımın bir ifadesi değildi. Başarısız olmuştum ama bunu kabul edip edemediğimi bilmiyordum. Burada onunla büyürken edindiğim yetenekler, dışarıda insanı başarılı kılmaktan çok uzaktı ama iyi para ediyordu. Ona yaptığım pis işi anlattım. Detaylarıyla!

“Senin gibi biri işime yarayabilir,” oldu tek diyebildiği. Tüm parasını gömeceği at yarışıyla ilgili bir tüyo almış kumarbazın heyecanı vardı yüzünde.

“Baba” dedim, nereye bakacağımı bilmiyordum. Sandalyemi biraz geriye doğru ittirip, masadan uzaklaştım. Masanın altından, karaciğerine doğru iki el ateş ettim. Karaciğerinin onu yarı yolda bırakması zaten an meselesiydi. Ben sadece süreci hızlandırmıştım. Geçtiğimiz ay babamın ayarladığı tekneyle kaçmaya çalışırken boğulup ölen mültecilerin akrabaları bana ulaşmışlardı. İntikam istiyorlardı.

Elimdeki dumanı tüten metal parçasını, biraz önce yaptığım şey için bana bedel ödetmeye çalışacak biri olmadığından emin olana kadar kılıfına koymadım. Meyhanedekiler, arkadaşlarıyla aynı kaderi paylaşmaya hevesli değillerdi.

Meyhane kapısını açıp, dışarı çıktığımda takım elbiseme etraflıca baktım. Üstüne tek damla kan sıçramamıştı.

SON