Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Türkiye’yi yönetenlerin derileri kalın, yürekleri manda gönünden! Vicdanları nasır bağlamış, yüzleri kösele!
İnsana, insanlığa özgü her şeye yabancılaşmışlar.
Ahlaksal, hukuksal, yönetsel, siyasal hiçbir duyarlıkları kalmamış; duyguları yalama olmuş…
Ülke sele kapılmış gidiyor, bana mısın demiyor adamlar!
Ölümler, öldürümler, kıyımlar, kırımlar yaşanıyor; kimse oralı değil…
Sorumluluk alan, özür dileyen, özeleştiri yapan, istifa eden tek bir siyasetçi görmüyoruz.
Türkiye’de hangi uğursuz olay yaşanırsa yaşansın, pişkin pişkin sırıtarak, koltuklarında oturmayı sürdürüyor bakanlar…
Kimliklerini kamuoyunun bildiği IŞİD canileri, ellerini kollarını sallayarak başkente kadar geliyor; Türkiye’nin kalbinde bomba patlatıp ülkeyi kana boğuyor; biz hâlâ “güvenlik zafiyeti var mıydı, yok muydu?” tartışması yapıyoruz!
105 kişinin yaşamını yitirdiği bir cankırımında böyle bir sorunun sorulması “abesle iştigal” iken, İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan adamın, “Hiçbir güvenlik açığı yoktu.” demesi ise ancak yüzsüzlük ya da akıl tutulması ile açıklanabilir.
Eğer miting öncesinde güvenlik açığı yoktuysa, Ankara Emniyet Müdürü, Güvenlik Şube Müdürü ve İstihbarat Şube Müdürü neden görevden alındılar?
Polis müdürlerinin apar topar görevden uzaklaştırılmalarının, kuşku yok ki toplumsal tepkiyi yatıştırmaya ve tepedeki siyasal sorumluları korumaya dönük bir yanı vardır. Ancak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, “Gariban müdürlerin suçu ne?” diyerek bu görevlileri aklamaya çalışması çok yanlıştır. Bombalar patladıktan sonra bile alandaki yaralıların üzerine sorumsuzca gaz sıktırabilen güvenlik bürokrasisi de elbette suçludur ve hesap vermelidir.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “IŞİD militanlarının kimliklerini biliyoruz ama eylem yapmadan gözaltına alınmaları hukuka aykırı olduğu için kendilerine dokunamıyoruz.” sözü ise neresinden baksanız tam bir skandal! Aynı zamanda IŞİD’in devletçe korunduğunun da en yetkili ağızdan itirafı…
Demek IŞİD’in intihar bombacıları söz konusu olunca, hemen “hukuk devleti” ve “evrensel hukuk kuralları”nı anımsıyor Davutoğlu! Ama Cumhurbaşkanı ile ilgili tivit yazdıkları için evleri basılarak gece yarıları gözaltına alınan, tutuklanan yurttaşlara sıra gelince, hukuk denen şey, “guguk” oluveriyor birden!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhuriyet tarihinin en büyük cankırımı karşısında da her zamanki “Yedirmeyiz!” tavrından vazgeçmedi. Sorumlu bakanların istifasını isteyenleri eleştirerek, “Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru olmaz” dedi. Sonra da olayda ihmal olup olmadığını araştırmak üzere Devlet Denetleme Kurulu’nu görevlendirdiğini açıkladı.
Neden zahmet etmiş anlayamadık!
Madem ortada istifa etmeyi gerektiren bir durum yok, DDK neyi araştıracak?
• • •
İnsanlığın vicdanını kanatan ve tüm dünyada büyük tepkiyle karşılanan bir toplu öldürüm karşısında bile Türkiye’nin ortak bir duygudaşlık sergileyememesi çok düşündürücüdür.
Üzülmek, kınamak şöyle dursun, bu kanlı kıyımı sevinçle karşılayıp “Oh olsun!” diyenlerin sayısı hiç de az değil.
Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un bile “Bu bir insanlık suçudur!” dediği, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, “İnsanlık merhamet duygusunu yitirdi!” diye isyan ettiği bir katliamı sosyal medyada savunmak için hâlâ utanmazca gerekçeler üretmeye çalışan alçakların, o bombaları patlatan IŞİD’çilerden ne farkı var?
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, katliamda üyelerini yitiren CHP ve HDP Genel Başkanları’nı arayıp başsağlığı dileyince, kendi yandaşlarından tepki almış. “İnsanlara başsağlığı dilemenin bile garip karşılandığı bir ülke haline geldik” diyerek dillendiriyor şaşkınlığını…
Yalnız merhametini değil vicdanını, ahlakını, kısacası insanlığını yitirmiş bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Hangi ayırıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı politikalar ve söylemler, böylesine acımasız bir toplum tablosuyla karşı karşıya getirdi bizi? Şimdi hepimiz oturup bunu düşünmeliyiz…