Fotoğraflara bakın bugün; gazetelerde, sosyal medyada… Bir yanda gösterişli bir resmiyetten kareler göreceksiniz; dünyanın en büyük havaalanından yansıyan... Öte yanda, sadeliğin, samimiyetin, içten gelen bir sevginin duygulandıran ihtişamını.

Bakalım, Anıtkabir’in merdivenlerini birbirlerine ve bastonlarına dayanarak çıkan o dede ile ninenin fotoğrafı kadar yüreğinizi titreten bir başka fotoğraf olacak mı? “Devlet erkânının” katıldığı tören sonrasında sivillere açılan Anıtkabir’den, ya da memleketin dört bir yanında halkın “resmi” olmayan kutlamalarından kim bilir böyle daha kaç fotoğraf yansıyacak?

İzmir’de zeybek oynayarak Atatürk figürü oluşturan binler; Bilecik’te bedenleriyle Türkiye haritası çizen liseliler; Eskişehir’de fenerleriyle Porsuk’u aydınlatanlar; Antalya’da 600 metre uzunluktaki bayrakla, kimi tekerlekli sandalyede, yürüyen binler; memleketin orasında burasında konserlerde coşan gençler…

Daha sivil, daha içten, daha sahici kutlamalar… Daha sıkı bir sarılış cumhuriyete sanki; tam da cumhuriyet Ankara’dan İstanbul’a kaçırılır, sokaklardan Saray’a taşınırken.

O cumhuriyet ki, yoksulluğun en dibinden alıp bir çocuğu, sanatın, bilimin, devlet yönetiminin en tepesine taşıyabildi. O cumhuriyet ki, bir toplu iğne bile üretilemeyen zamanlarda uçaklar üretmeye dikti gözünü, demir ağlarla ördü anayurdu dört baştan. Laiklikle, bilimle buluşturdu vatandaşları…

Yine o cumhuriyet ki, gittikçe uzaklaşmıştı kimsesizlerin kimsesi olmaktan. Zalim de oldu insanlarına karşı. Sermayeyi gözetti daha çok. Sosyalistini, solcusunu ezdi en çok.

Bugün 95’ine girmişken o cumhuriyet, getirdiklerinin çoğunun iktidar eliyle yok edildiği duygusu hâkim vatandaşların en azından yarısına.

Dünyanın en büyük havaalanının açılışı için, cumhuriyet resepsiyonu 95 yıldır ilk kez Ankara’da değil İstanbul’da yapıldı dün. “Cumhuriyet tarihinin en büyük kapanışı”ydı BirGün’ün dünkü manşeti. O manşette, Özgür Gürbüz, adı “Atatürk” olan dünyanın en büyük 15. havaalanının kapatılmasını irdeliyordu. 95 yıllık cumhuriyetin, çoğu ilk yılların yokluğu içinde yarattıklarının, mirasyedi gibi harcanmasının son örneklerinden biri olarak.

Bu cumhuriyetin kuruluş hikâyesini anlattığı Kurtuluş Savaşı Destanı’nda, bir imparatorluğun enkazından yeni bir devlet ve cumhuriyet çıkaranları; “Onlar ki toprakta karınca, / suda balık, / havada kuş kadar / çokturlar; / korkak, / cesur, / câhil, / hakîm / ve çocukturlar / ve kahreden / yaratan ki onlardır, / destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.” diye anlatıyordu Nazım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, cumhuriyet bayramını kutladığı yer için, “Bugün biz sadece bir havalimanı değil bir zafer anıtı inşa ediyoruz” derken, yardımcısı Fuat Oktay da “95. Kuruluş yıldönümünde cumhuriyetimize İstanbul’da yeni bir havalimanı hediye ediyoruz.” diyordu.

O “zafer anıtını”, cumhuriyete verilen “hediye”yi inşa edenler de; “toprakta karınca, / suda balık, / havada kuş kadar / çokturlar; / korkak, / cesur, / câhil, / hakîm / ve çocukturlar”.

Öyle oldukları için, insan oldukları için kısacası; tahtakurularından, yemeklerden, yetersiz servislerden şikâyet ettiler.
Ve 95. yılı kutlanırken cumhuriyetin, ona “hediye” edileni inşa edenler hapisteydiler!

Dikkat ettiniz mi bilmem, birbirlerine ve bastonlarına dayanarak Anıtkabir’in merdivenlerini çıkan o dede ve nine, ara sıra durup yukarı bakıyor ve adeta her yıl ziyaret ettikleri kabir yerinde duruyor mu diye kontrol ediyorlardı!

Elimizdekilerin kıymetini onları kaybederken mi anlıyoruz ne!