31 Mart seçimi aynı zamanda iki siyasal dilin de yarışıydı; iktidarın nefret, öfke, kin, kibir, korku ve kendinden olmayanı düşman ilan eden diline karşı; muhalefetin, en çok da İmamoğlu’nda somutlaşan, sakin, gülümseyen, herkesi kucaklayan sevgi dili. Dün kimi gazetelerin manşeti bu yazının başlığıydı. Demiri kızdırmanın artık işe yaramadığını, zarar verdiğini gördüğünden olsa gerek; “Dönem kızgın […]

31 Mart seçimi aynı zamanda iki siyasal dilin de yarışıydı; iktidarın nefret, öfke, kin, kibir, korku ve kendinden olmayanı düşman ilan eden diline karşı; muhalefetin, en çok da İmamoğlu’nda somutlaşan, sakin, gülümseyen, herkesi kucaklayan sevgi dili.

Dün kimi gazetelerin manşeti bu yazının başlığıydı. Demiri kızdırmanın artık işe yaramadığını, zarar verdiğini gördüğünden olsa gerek; “Dönem kızgın demiri soğutma, musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir” diyen Erdoğan’ın  Memur-Sen Genel Kurulu’ndaki sözleri aktarılıyordu.

Seçimden sonra soğutacağın demiri, seçimden önce neden kızdırdın diye sormak anlamsız; çünkü şimdiki konuşmalarda da pek “soğutma” işareti yok!

Erdoğan’ın söyledikleri arasında en çarpıcı olan Memur-Sen üyelerine yaptığı “dik durma” çağrısıydı. Belediyelerin CHP’ye geçmesiyle AKP çizgisindeki sendikadan bir kaçış başlamış olmalı ki; “Memur-Sen camiası mensupları yerlerinde dimdik durmalı ve kendilerine ‘Hadi bakalım sendikanı değiştir, şuraya geç’ diyenlere karşı da … yerini korumalıdır.” dedi.

Erdoğan; “yerinizde durun, ne yapacaklar, memurluktan da atamazlar ya, zulmetmeye kalkarlarsa arkanızda biz varız” güvencesi verirken, Memur-Sen’in AKP desteğiyle nasıl geliştiğinin; 2002’de 41.871 olan üye sayısını 2018’de nasıl 1 milyonun üzerine çıkardığının bilgisiyle konuşuyor!

AKP ve Erdoğan demiri soğutucu bir dil kurmakta epey zorlanacaktır ama İmamoğlu, koltuk sahibi olduktan sonra da kampanyadaki dili kullanmaya devam edeceğini gösterdi.  Demek ki, o dil zoraki ve yapay bir tercihin, bir kampanyanın taktiği değil, onun gerçek diliymiş!

İşe başladığı gün, “bizden olanlar ve olmayanlar ayrımı bitti” demesi; antrikot değil de diğer çalışanlarla birlikte musakka yemeyi seçmesi; mazbatayı aldıktan sonra İstanbul’u Türkleri, Kürtleri, Lazları, Müslümanları, Hıristiyanları ve de Rumları ve Ermenileriyle birlikte selamlaması, kucaklayıcı sevgi dilinin devamını gösteriyor. 

“Artık ötekisi yok, berikisi yok, artık kıyıda köşede kalanı yok, artık kaymak tabakası, artık varoşu yok. Bu şehrin nimetlerini ganimet yapmak yok” sözleri de, dışlanacak tek kesimin ganimet peşinde koşanlar olduğuna işaret ediyordu.

Bundan böyle gerçek gazetecilere düşen bu sözlerin pratikteki izlerini sürmektir! 

Hakkını teslim etmek lazım, TV temsilcileri ile seçimi değerlendirirken, Kılıçdaroğlu da demokrat olmanın asgari şartına vurgu yaptı: KHK’den atılanların seçime girmesine izin veren ama seçimi kazandıklarında mazbatalarını vermeyen YSK üyelerine; “Bu mazbatalar verilirse Türkiye bir demokrasi ayıbından kurtulmuş olacaktır. Demokrasiyi savunuyorsak sadece kendimiz için değil, bizim gibi düşünmeyenler için de hakkı hukuku savunmak durumundayız” diye seslendi. Her ne kadar, HDP’nin başvurusunu reddeden YSK bu sesi de duymasa da!

Haktan, hukuktan, adaletten, demokrasinin temel ilkelerinden sapmadan; bütün vatandaşları kucaklayan bir “sevgi dili” Alper Taş’ın kampanyasında da somutlandı. İyi Parti Beyoğlu İlçe Başkanı’na; “Beyoğlu bir abi kazandı. Bunun başarılması önemlidir. Yolları açık olsun. … İYİ Parti olarak Alper Taş’ın fikrine ve zikrine hayran olduk. O bizi, biz de onu kazandık” dedirten, bu dilin bir adayın içtenliğiyle bütünleşmesiydi.

A. İlyas Başsoy’un CHP kampanyası için hazırladığı Radikal Sevgi Kitabı’na önsöz yazan CHP Gn. Bşk. Yardımcısı Seyit Torun; çocukluğunun Karadenizini anlatırken “Devrimcilerle halk arasında dil farkı yoktu, herkes aynı dili konuşuyordu” demiş. 
31 Mart; demiri kızdıran dile karşı, halkla aynı dili konuşmanın da sonucudur!