Eski zamanlarda, Hülya Avşar’la üniversite öğrencileri arasında bir “niza” çıkmıştı. Bir televizyon programında hocam Ünsal Oskay, Hülya Avşar için “Okulların yaz tatilidir” deyivermişti. Biraz hınzırlık, biraz muzırlık, biraz da tartışmayı tatlıya bağlama niyetiyle, böyle kestirip atmıştı. O günlerin “cehalet-eşek” eksenli gündeminde, kavganın  köpüğünü alan böyle bir değerlendirme, yatıştırıcı bir ustalıktı.

Şimdi bu benzetmenin alt/yan anlamlarını açmayalım. Ayrıca, Hülya Avşar’ın Antalya Film Festivali jürisinde olmasıyla da bir bağlantı kurma niyetinde değiliz. Sinemamızın yaz festivali ile, “yaz tatili” benzetmesi arasında ilgi kurmak, meramı anlatırken dili yokuşa sürmek olur. Sözün özü, geçen hafta  Ancelina için, okulların yaz tatili gibi kestirme değinilerde bulunmamıştık. Başka bir deyişle, sevimli melek oyuncu için söylediğimiz sevimli sözlerden, kendisini “yaz tatili” kıvamında gördüğümüz zinhar anlaşılmasın. Zira bu cebir dersinde, Ancelina kazık bir sorudur. Bu kazık, çok eski bir zamandan beri gelen uzun bir kazıktır!

Yumuşak sözlerimizin yanında, işin daha ciddi boyutları var elbet. Yine hocamdan bir aktarma; “…Leo  Lowenthal ve arkadaşlarının 1950 öncesinde Amerika Birleşik Devletlerindeki gazetelerin yayın politikasına ve ortalama Amerikan insanının yaşadığı sorunları duyuran, ama bunların nedenlerini  anlamasına yardımcı olamayan habercilik anlayışının anti-demokratik bir kültürün oluşumuna bilinçsizce yaptıkları katkıya ilişkin araştırmaları çok ilginçtir.” (İletişimim ABC’si, Der Y.) Dünyayı anlamayı engelleme amaçlı, yazılı ve görsel kanallarda uygulanan medya politikaları sonucu insanlar sersemletiliyor. Bir taraftan da, sersemletilen insanların algıları, alışkanlıkları da manipüle ediliyor.

Geçen günlerde, “Aykırı Sorular”  programında sayın Mehmet Ali Birand, gazetecinin işini yaparken, bir yandan da göz ucuyla iktidara sakınganlıkla baktığından söz ediyordu; yanlış mı yapıyorum, iktidarı kızdırıyor muyum, korkusunu açık yüreklilikle dile getirdi sayın Birand.

Bu açıklama karşısında, aslında hem Ancelina’ya, hem de “incelikli” manipülasyon politikalarını uygulayanlara sanki haksızlık ediyormuşuz gibi geldi. Bizim ülkede, hayatımızın tamamını yaz tatiline çevirmek isteyen iktidar, bunu en kestirmeden, dolanmadan, gazetecileri korkutarak, gözdağı vererek yapıyor. Birand’ın anlatımından çıkardığımız sonuca göre; sürekli göz teması halinde tutarak…

Üçkağıtçı yöntemini benimseyen televizyon kanalları da yaz tatili peşinde. Panayırlarda üç tane oyun kağıdını el çabukluğu ile ve hızla yer değiştirerek, papazı ya da kızı bulma oyunu, “üç kağıtçı” deyimini doğurmuştur. Üç tane kağıt, hızlı ve hareketli yer değiştirme. Televizyon ve sinemanın, telif yasasındaki tanımı da bu etimolojik temele uygundur: “Hareketli görüntüler dizisi…” Hızlı ve hareketli görüntülerle kimi televizyon kanalları da “üçkağıtçılık” yapıyor. Hızlı ve hareketli görüntüler içinde bizler kızı bulmaya çalışıyoruz; bir Ürdün’de, bir Hatay’da, bir Irak’ta. Bir de bakmışız Hollywood’da. En pahalı kadın oyunculardan birisi. Yılda 20 milyon dolar. Kızı öpmek derdindeyken, kız bizi çoktan öpmüş.


Haftanın dizesi; “İnsan değişirken gözleri onu unutur” (Emel Güz, ruhum gövdemde değil, YKY)