Wedding Barikatları, yazarı Klaus Neukrantz tarafından, 1929 Mayısında Berlin sokaklarında polis tarafından vurulan 33 devrimcinin anısına adandı

Kızıl bülbüller sokaklarda, 1929

Onur Akyıl

Görünen o ki 19. yüzyılın temel önemi isimlerin kavramlara dönüşmesiyle ilgili. Elbette insanın direnme tarihinde her şeyin öncesi ya da çok daha öncesi var; sözcükler, kavramlar ve eylemler açısından. Fakat Sanayi Devrimi’nin ‘başkalaşması’ süreci her şeyi yeniden anlamak ve bu ‘anlanmış’ şeyler toplamını kitapların içine hapsetmek kadar, yine bu ‘anlanmış’ şeyleri sokaklarda özgür bırakmak açısından başka bir öneme sahip. Açıkçası ‘snıf savaşı’nın neden bir ısrar olduğu yalnızca buradan okunursa doğru bir yere oturuyor. İşçiliğin, işçilerin, üretimin, üretimi sağlayan üretim araçlarının ve bu eksende gelişen yeni insanların yeni toplum düşüncesinin merkezinde de yatan asıl değiştirici / dönüştürücü durum da bu. Öyle ki, işçi sınıfı önderliğindeki bir kurtuluş pratiğini / bu pratiğe bağlı zincirleme eylemlerin ne yalnızca doğal bir bağlamı var ne de yalnızca teorik bir hattı.

Klans Neukrantz’ın son derece başarılı romanı Wedding Barikatları, sınıf savaşında neyin, neden önem kazandığına dair tam da bu anlamda sorunsuz bir okuma sunuyor. Sevinç Alltınçekiç çevirisiyle Yordam Kitap’ın ‘Edebiyat’ serisinden geçen mayıs ayında yayımlanan kitap, yayınladığı ayın dünya üzerindeki kanlı geçmişine, Almanya özelinde de ışık tutmakla birlikte, sınıf savaşındaki ihanetlerin ya da cesaretlerin de belleğimize kazanmasına olanak tanıyor. Bu anlamda romanın yazarı tarafından 1929 Mayıs’ında, Berlin sokaklarında polis tarafından vurulan 33 devrimcinin anısına adandığını belirtmekte yarar var.

Nedir bu isimlerin kavramlaşması meselesi? Tam olarak, kitap özelinde, dönemin Almanya gerçekliği üzerinden karşımıza çıkan şey, ‘Barikat’ın yaşamı önceleyen bir ‘şey’e dönüşmesiyle ilgili. Kitabın kahramanlarının kim olduğuna karar vermek bu anlamda biraz zor olabilir. Çünkü, genel kanımız bu tür kitaplarda sınıf adına direnişi yaratan ya da yaşamını bu uğurda yitirenlerin halet-i ruhiyesini anlamak üzerine kuruldur. Fakat ortaya çıkan direniş durumunu yaratan gerçeklikler, bu gerçekliklerin sahipleri / yaratıcıları tarafından da bir kahramanlık hikâyesi olarak karşımıza çıkarılabilirler. Berlin’de gerçekleşen 1929 1 Mayıs’ının görmemizi sağladığı şey ise, yukarıda değindiğimiz noktaların aydınlığa kavuşmasıyla ilgili. Sosyal demokrat bir yönetimin nasıl gerici bir tavra büründüğünü, ulus kavramının sınıf kavramı karşısında gerek teorik gerek pratik hat açısından ciddi çatışmaları insanların hayatlarına nasıl eklemlediğini ‘okumak’ açısından önemli.

Elbette, bu ortamı / algıları yaratan şey hiçbir zaman tek taraflı değil; ayrıca birçok farklı nedene bağlı. Savaş sonrası toplumda yükselen bir faşizmin, henüz adı tam konmamış olsa da dünyayı sarsacak gerçekliğinin doğum günleri aynı zamanda bahsi geçen zaman dilimi. Bu elbette Hitler’i Hitler yapacak olan yığınların hayatlarına girmek anlamına giriyor. Fakat bu, elimizdeki kitap açısından bir uzak açı barındırıyor ama bu gerçeklikten yine de uzak değil. Zira Ali Mert’in romanın önünde yer alan ve tarihsel olarak bazı noktaların yerine oturmasını sağlayan yazısı açıklayıcı. Böyle bir yazıya özel olarak mı ihtiyaç duyuldu, yoksa kitabın yayımlanma sürecinde başından beri düşünülen bir şey miydi bilmiyorum. Ancak açık olan o ki, ilerleyen dönemlerde Spartakist hareketin doğmasını sağlayacak SPD çizgisi ve bu çizginin karar mekanizmalarının içinde bulunduğu / geliştiği ortamı bilmek, elbette romanın okunma sürecini olumlu anlamda etkiliyor.
Çünkü Almanya’nın ulusal tarihi, işçi sınıfının gelişimi açısından olumlu ve olumsuz birçok öğeyi bir arada barındırıyor. Marksizm üzerine ya da işçi sınıfının genel tarihi üzerine yazılan kitaplarda, yapılan çalışmalarda Alman ya da Almanya başlıklarının her zaman var olduğunu ve bu tür çalışmalarda önemli bir yer tuttuğunu bilirsiniz. İşte tam da bu nedenle, Wedding Barikatları tartışmaların içinden, gerçeğe yaslanan, abartılmamış ama etki gücü son derece yüksek bir anlatının oluşmasını sağlıyor. Dönem öyle bir dönem ki hem solun çeşitli renkleri adına derin ve kudretli teorik tartışmalar yürüyor hem de bir yandan tüm bu gelişmişliğe rağmen, ulus ve sermaye birlikteliği sosyal demokratların hataları / hatalı uygulamaları yüzünden alttan alta müthiş bir gericiliği körüklüyor. Kitabın, yazar tarafından adandığı 33 devrimcinin ölümünün altında da bu var.

Sınıfın tarihinde ya da daha doğru bir söylemle sınıfın yarattığı direnişler tarihinde güncelliğini koruyan şeylerin başında da aynı şey geliyor aslında. Dönüp baktığınızda, hükümetler karşılarında gerçekten ne istediğini bilen kitleler bulduklarında işin sonunun kana, ölüme dayanması içten bile değil. Örneğin yine kitabın ön yazısında Ali Mert, 77 1 Mayısının da bu bağlamda romanla bir ortaklaşma taşıdığına değiniyor. Hay Market günlerinden sonra, dünyanın dört bir yanında bu kanlı 1 Mayıs gerçekliği neredeyse hiç değişmedi. 1 Mayıs’ları kutlayanların da temel olarak kavrayamadıkları nokta da burada kendini gösteriyor. 1 Mayıs, 1886’da da kutlama değildi ve ondan sonra da hiçbir zaman kutlama olmadı. Her zaman bir tazelenme barındırır içinde elbette, ama bu neşeli bir şey değildi. Aksine bir diriltme çabası, yaşamsal bir uğraştı 1 Mayıs, hâlâ da öyle.

Sonuç olarak Wedding Barikatları, doğal ve sizi olayların içine çeken anlatımı bu anlatımı destekleyen özenli çevirisi ve tarihin pek bilinmeyen bir ayrıntısı üzerinde durması nedeniyle okunmayı hak ediyor. Sınıfın dünya tarihinde henüz bilmediğimiz / haberdar olmadığımız ama bir gün mutlaka öğrenmemiz gerekecek onlarca anından birini anlatıyor roman; bu kaçar mı sizce?

Çok da açık yazmayayım ama, mutlaka bazı arkadaşlarınıza hediye edin bu kitabı. Malum seçimler de yaklaşıyor.